Çalışmanın
güzel bir şey olduğuna dair kimsenin kesin bir şey söylediğine inanmam. İhtiyaç
karşılamadığı sürece kimse çalışma taraftarı olmaz, yerinde oturmak kadar güzel
ve keyifli hiçbir şey yoktur. İnsan; bayılana, hatta rahatlık batana kadar
yerinden kalkmamak için elinden geleni yapar. Şayet zahmetinin karşılığını
alacaksa o zaman çalışmanın makbul olduğunu düşünür. Hak ettiği derecede, yani
ihtiyacı olduğu kadar hakkını alıyorsa da çalışmayı sevmeye başlar. Victor Hugo’nun
bir sözü geldi aklıma “Çalışanın hakkını alın teri kurumadan veriniz.” diye.
Çalışıyor olduğu halde alamadığı 4-5 maaşı olan binlerce insan var. Alın teri
değil, adamın toprağı kuruyalı kim bilir ne kadar zaman olmuş hala alacağı
duruyor içeride.
Zamanında emeğinin karşılığını alacaksan, çalışmak anlamlıdır, Başka türlü çalışmanın keyifli olduğu adına hiçbir yorum getirilemez. Emek dediğin karşılığı alındıkça güzeldir. Ülkemizdeki işsizlik adına düşünecek olursak; insanlar rahatlarından memnun ama boş sofralarından memnun değiller. Benim anlamadığım garip bir olay vardır. “Aç ayı oynamaz” derler ama bu benim ülkemden geçerli değil. Niye mi? İşsizlik olunca insanlar evinde olur.
“Zengin adam parasıyla oynarken, fakir adam karısıyla oynar.”
Dünyadaki neredeyse tüm ülkelerde nüfus sayısı düşüşe geçerken benim ülkemde katlanıyor, naber? Gördüğün gibi. İnsanlar çalışmaktan kafasını kaldırmayınca kendilerini durmadan yıpratıyorlar, dolaysıyla sperm sayısında düşüş yaşanıyor, özel hayat diye bir şey kalmaz oluyor kimilerinde ve neslin devam etmesi adına sorunlar çıkmaya başlıyor. Gördüğümüz gibi ülkemizde öyle bir şey yok, senenin 6 ayında ya da 8 ayında çalışan işçim, kazandığını evinde karısıyla beraber yerken doğal olarak karnı doyunca transa geçiyor. Konu nereye mi geliyor?
Parası olan fazla çocuk yapsın, hiçbir sakınca görmem. Köyümüzde zengin bir adam vardı, hatırladığım kadarıyla en büyüğü on altı yaşında olmak üzere on bir çocuk yapmıştı. Bildiğin çocuk üretim tesisi. Burada adama hiçbir şekilde kızmaya ihtimal yok. Çünkü torununu ihya edecek kadar parası vardı. Peki, henüz evi kira olup da on çocuk yapana ne demeli? İstanbul’a gurbetçi ya da geleceğin açlarını yetiştiriyor denmeli. Başka da bir cevabı yoktur bunun. Bu çocuk yapmaların sebeplerinden biri de şu; yaşlandığımızda bize onlar bakacak. Be ibibik adam, dünyaya getirince altına bez alamadığın ilk çocuktan sonrakiler neyin nesidir? Kadının hali zaten perişandır. Kocasına “hayır” demek gibi bir şansı yok. Doğunun çoğu öyledir.
“Hayatına sevebileceğin kadar insan, yemeğinin tadını bozmayacak kadar tuz, çayına ikide bir seni susatmayacak kadar şeker, karnını doyurabilecek ve refah içinde yaşatabileceğin kadar çocuk kat.”
Bunların tersi olursa huzurun kaçar, çok çocuk olunca sevgi paylaşımı kalmaz ve kıymeti de olmaz. Tek çocuk olunca fazla ilgi rahatsız edici olur. İki en güzelidir. Biz sekiz kardeşiz, beş erkek var. Fazla olduğu için birilerini evden def etmek zor olmaz. Babam demişti bir zamanlar; “Beş tane köpeksiniz, 3 ünüz geberseniz ne olur ki?” Bende “Öyle olsun” dedim. Bakamadığı için şu anda İstanbul’da gurbetçiyim işte. Varsa huzurunuz, varsa biraz rahatlığınız; yüzünüze, gözünüze bulaştırmayın. “Var olmak” ile “yaşıyor olmak” arasındaki farkı unutmadan. 1 Mayıs Emekçi Bayramı Kutlu Olsun.
[ Servet Saygınoğlu - 1 Mayıs ]
Zamanında emeğinin karşılığını alacaksan, çalışmak anlamlıdır, Başka türlü çalışmanın keyifli olduğu adına hiçbir yorum getirilemez. Emek dediğin karşılığı alındıkça güzeldir. Ülkemizdeki işsizlik adına düşünecek olursak; insanlar rahatlarından memnun ama boş sofralarından memnun değiller. Benim anlamadığım garip bir olay vardır. “Aç ayı oynamaz” derler ama bu benim ülkemden geçerli değil. Niye mi? İşsizlik olunca insanlar evinde olur.
“Zengin adam parasıyla oynarken, fakir adam karısıyla oynar.”
Dünyadaki neredeyse tüm ülkelerde nüfus sayısı düşüşe geçerken benim ülkemde katlanıyor, naber? Gördüğün gibi. İnsanlar çalışmaktan kafasını kaldırmayınca kendilerini durmadan yıpratıyorlar, dolaysıyla sperm sayısında düşüş yaşanıyor, özel hayat diye bir şey kalmaz oluyor kimilerinde ve neslin devam etmesi adına sorunlar çıkmaya başlıyor. Gördüğümüz gibi ülkemizde öyle bir şey yok, senenin 6 ayında ya da 8 ayında çalışan işçim, kazandığını evinde karısıyla beraber yerken doğal olarak karnı doyunca transa geçiyor. Konu nereye mi geliyor?
Parası olan fazla çocuk yapsın, hiçbir sakınca görmem. Köyümüzde zengin bir adam vardı, hatırladığım kadarıyla en büyüğü on altı yaşında olmak üzere on bir çocuk yapmıştı. Bildiğin çocuk üretim tesisi. Burada adama hiçbir şekilde kızmaya ihtimal yok. Çünkü torununu ihya edecek kadar parası vardı. Peki, henüz evi kira olup da on çocuk yapana ne demeli? İstanbul’a gurbetçi ya da geleceğin açlarını yetiştiriyor denmeli. Başka da bir cevabı yoktur bunun. Bu çocuk yapmaların sebeplerinden biri de şu; yaşlandığımızda bize onlar bakacak. Be ibibik adam, dünyaya getirince altına bez alamadığın ilk çocuktan sonrakiler neyin nesidir? Kadının hali zaten perişandır. Kocasına “hayır” demek gibi bir şansı yok. Doğunun çoğu öyledir.
“Hayatına sevebileceğin kadar insan, yemeğinin tadını bozmayacak kadar tuz, çayına ikide bir seni susatmayacak kadar şeker, karnını doyurabilecek ve refah içinde yaşatabileceğin kadar çocuk kat.”
Bunların tersi olursa huzurun kaçar, çok çocuk olunca sevgi paylaşımı kalmaz ve kıymeti de olmaz. Tek çocuk olunca fazla ilgi rahatsız edici olur. İki en güzelidir. Biz sekiz kardeşiz, beş erkek var. Fazla olduğu için birilerini evden def etmek zor olmaz. Babam demişti bir zamanlar; “Beş tane köpeksiniz, 3 ünüz geberseniz ne olur ki?” Bende “Öyle olsun” dedim. Bakamadığı için şu anda İstanbul’da gurbetçiyim işte. Varsa huzurunuz, varsa biraz rahatlığınız; yüzünüze, gözünüze bulaştırmayın. “Var olmak” ile “yaşıyor olmak” arasındaki farkı unutmadan. 1 Mayıs Emekçi Bayramı Kutlu Olsun.
[ Servet Saygınoğlu - 1 Mayıs ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder