Zaman ilerliyor durmadan, ne kadar dürüst değil mi? Saati
çok seviyorum ve ondan örnek almaya çalışıyorum. En ufak bir yorgunluğumda
mutlaka aklıma saat gelir ve daima kolumda taşıdığım saatim vardır. Evden
dışarı çıktığımda şayet kolumda saat yoksa eğer, kendimi çıplak hisseder gibi
olurum. Saati dinlemek, dinlerken insanın aklına çok şey geliyor. Ve ben şu
anda bir sağımda, bir solumda iki tane saat ve kol saatim olmak üzere üç tane
saatin sesini dinleyerek yazıyorum bu yazıyı, onlar durmuyorlar, bende
durmuyorum. Ümitsizlik olayı geliyor aklıma. O bitince zaten biz de
bitmişizdir. Çünkü insanın hayatta görmek istediği, yaşamak, dokunmak ve tatmak
istediği bir şey kalmaz.
Çok fazla şey de istememek gerek, azar azar, birer birer yürümeli yollarda, aynı anda birkaç yoldan ne bir başkası yürüyebilmiş, ne de ben yürüyebilirim. Bir yol beni aynı anda birçok şeyle karşılaştırır, fakat sırayla ulaşırım onlara… Onuncu adımda biriyle, yirminci adımda ikinciyle olmak üzere devam eder. Aynı anda hepsine ulaşınca hayattan beklenti kalmaz olur, fazla beklenti de iyi değil, robot olmak da… Doğru olan robot gibi pilin bitene kadar kendini ayakta tutmaktır. Bu yüzden saati örnek veriyorum. En yorgun olduğum zamanlarda yatağıma uzandığımda, hayattan, her şeyden bıktığım, kendimden bile kaçmak istediğim zamanlarda mutlaka sessizce düşünürüm. “Nasıl kaçacağım?”, “Nasıl intihar ederim?”, “En kolay nasıl ölebilirim?”, “Bu sorunların içerisinden nasıl çıkabilirim?”, “Şunu nasıl başarabilirim?” gibi milyonlarca soru aklımda dönerken bir an duraksarım ve saatin sesi gelir kulağıma. Saat hiçbir dinlenme yaşamadan yoluna devam eder, ömrü olduğunca çalışır ritmini bozmadan.
Makineleşmek bu anlamda çok doğrudur. “Pes etmek” mi? “O da neyin nesidir?” diye sormak isterim. Çünkü pes ettiğim zaman biliyorum ki biterim. Tarladaki ot bile topraktan kopmamak için rüzgâra elinden geldiğince karşı çıkıyor. Neyin pes etmesidir? Yeri geldiği zaman bir ot kadar olamayız biliyor musunuz? Ot kadar… Bizden o kadar fazla kıymetlidir ki, en azından topraktan aldığı yağmur suyu ile büyür ve nefes alış verişiyle bize oksijen sağlar. Birçoğumuz ot bile olamayız. Hayatı akışına bırakmak kolay değil, bırakmak alır bizi bizden.
"Hayatı akışına bıraktım" diyen kişinin, deveyi bağlamadan Allah'a emanet edenden farkı olmaz. Bir kez bıraktı mı, bir daha tutamaz."
(S.Saygınoğlu – 64. Aforizma)
Neyi bıraktığımızı bilemez oluyoruz, bunu bırakmanın bize nelere patlayacağını bir düşünürsek ortaya çok şey çıkarırız. Sorunun büyüğü şu: Düşünmüyoruz. Düşünmemek için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz, bunun çoğunluğu erkeklerde olur. Bayanlar uyumak için yatağında yaklaşık saat kadar kıvranırken erkek on beş dakika kıvranıyor. Erkek az düşünerek bayandan daha çok yol kat edebilir. Bu bir gerçektir, çünkü duygu ve düşünceleri birbirine karıştırmadığı için her alanda fazlasıyla kararlılığı vardır. Bayan adına öyle değil, duyguları karışınca bazı durumların içerisinde çıkması biraz fazla zaman alıyor ama hakkıyla başarıyor.
Çok fazla şey de istememek gerek, azar azar, birer birer yürümeli yollarda, aynı anda birkaç yoldan ne bir başkası yürüyebilmiş, ne de ben yürüyebilirim. Bir yol beni aynı anda birçok şeyle karşılaştırır, fakat sırayla ulaşırım onlara… Onuncu adımda biriyle, yirminci adımda ikinciyle olmak üzere devam eder. Aynı anda hepsine ulaşınca hayattan beklenti kalmaz olur, fazla beklenti de iyi değil, robot olmak da… Doğru olan robot gibi pilin bitene kadar kendini ayakta tutmaktır. Bu yüzden saati örnek veriyorum. En yorgun olduğum zamanlarda yatağıma uzandığımda, hayattan, her şeyden bıktığım, kendimden bile kaçmak istediğim zamanlarda mutlaka sessizce düşünürüm. “Nasıl kaçacağım?”, “Nasıl intihar ederim?”, “En kolay nasıl ölebilirim?”, “Bu sorunların içerisinden nasıl çıkabilirim?”, “Şunu nasıl başarabilirim?” gibi milyonlarca soru aklımda dönerken bir an duraksarım ve saatin sesi gelir kulağıma. Saat hiçbir dinlenme yaşamadan yoluna devam eder, ömrü olduğunca çalışır ritmini bozmadan.
Makineleşmek bu anlamda çok doğrudur. “Pes etmek” mi? “O da neyin nesidir?” diye sormak isterim. Çünkü pes ettiğim zaman biliyorum ki biterim. Tarladaki ot bile topraktan kopmamak için rüzgâra elinden geldiğince karşı çıkıyor. Neyin pes etmesidir? Yeri geldiği zaman bir ot kadar olamayız biliyor musunuz? Ot kadar… Bizden o kadar fazla kıymetlidir ki, en azından topraktan aldığı yağmur suyu ile büyür ve nefes alış verişiyle bize oksijen sağlar. Birçoğumuz ot bile olamayız. Hayatı akışına bırakmak kolay değil, bırakmak alır bizi bizden.
"Hayatı akışına bıraktım" diyen kişinin, deveyi bağlamadan Allah'a emanet edenden farkı olmaz. Bir kez bıraktı mı, bir daha tutamaz."
(S.Saygınoğlu – 64. Aforizma)
Neyi bıraktığımızı bilemez oluyoruz, bunu bırakmanın bize nelere patlayacağını bir düşünürsek ortaya çok şey çıkarırız. Sorunun büyüğü şu: Düşünmüyoruz. Düşünmemek için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz, bunun çoğunluğu erkeklerde olur. Bayanlar uyumak için yatağında yaklaşık saat kadar kıvranırken erkek on beş dakika kıvranıyor. Erkek az düşünerek bayandan daha çok yol kat edebilir. Bu bir gerçektir, çünkü duygu ve düşünceleri birbirine karıştırmadığı için her alanda fazlasıyla kararlılığı vardır. Bayan adına öyle değil, duyguları karışınca bazı durumların içerisinde çıkması biraz fazla zaman alıyor ama hakkıyla başarıyor.
Kişi hayatına yön
verdirmediği sürece çok hatalar yapar, fakat bu hataların faydasını her an
arttırarak devam eder. Nasihat kadar boş bir şey yoktur sonuçta. Musibetten
yanayım, başına gelsin ve pekâlâ dersini almış olur insan. Büyüklerin sohbetini
ve anılarını dinlemek güzel ama nasihat sevilmez. Her insanın; birilerini kendi
istediği şekilce yontmak istediği olur ya da akıl vermek istediği…
“Önümüzde boş bir kâğıt varken, şayet elimizde de kalem varsa mutlaka bir şeyler karalamak isteriz. Kimi kalp çizer, kimi 62 den tavşan yapar, kimi imza denemeleri yapar, ben gibileri de kâğıdı bölümlere ayırır notlar karalar. Konu şuraya geliyor; kimsenin karşısında boş kâğıtmış gibi görünmeyin. Size bir şeyler öğretme telaşına girer ve misyon yüklemeye çalışırlar. Öylesine dağınık bir kâğıt şeklinde görünün ki, sizden bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar.”
(S.Saygınoğlu – 97.Aforizma)
“Önümüzde boş bir kâğıt varken, şayet elimizde de kalem varsa mutlaka bir şeyler karalamak isteriz. Kimi kalp çizer, kimi 62 den tavşan yapar, kimi imza denemeleri yapar, ben gibileri de kâğıdı bölümlere ayırır notlar karalar. Konu şuraya geliyor; kimsenin karşısında boş kâğıtmış gibi görünmeyin. Size bir şeyler öğretme telaşına girer ve misyon yüklemeye çalışırlar. Öylesine dağınık bir kâğıt şeklinde görünün ki, sizden bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar.”
(S.Saygınoğlu – 97.Aforizma)
Taviz vermemek lazım bu konuda, varsın insan başına geldikçe öğrensin bir şeyleri, varsın yapabildiği kadar hata yapsın. Hata olduğunu bile bile yapsın. En azından hataya giden yolu öğrenmiş olur. Hayatımızdaki rolü etrafımızdaki insanlar mutlaka belirleme teşebbüsünde bulunurlar. İstediklerini düşünsünler, sadece dinlemeli onları, geriye kalan dediğimiz; yapmamız gereken şeyleri yine biz belirleyelim.
“Hayatına yön verenlerin hissesi en fazla %49 olsun, fazlasını verme! Kalan %51 hisse de senin. Kendi hayatına yön vermek için son sözü söyleyen yine sen ol.” (S.Saygınoğlu – 115. Aforizma)
Bıraksınlar da bir insan olduğumuzu, bizim de bir aklımızın olduğunu, bizim de kendimize şekil vermek için sürünmemiz gerektiğini, laf ile değil icraat ile peynir gemisinin yürüdüğünü kendimiz gösterelim. Bu senaryoyu da biz yazalım, kendi senaryomuzu.
[ Servet Saygınoğlu – Saat Gibi ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder