12 Nisan 2012 Perşembe

İnsanca ile Şerefsizce Yaşamanın Farkları



Bırakın bu paragözlük hallerinizi! Yolda yürüyorsunuz ya da evin mutfağındasınız bir anda başınıza bir şey gelir ve meftah olursunuz. Bu hırs da neyin nesi?

Sakin olun biraz, yerinden fırlayacakmış gibi oturmanıza gerek yok, yaslanın geriye, derin bir nefes alın. Nereye ne yetiştiriyorsunuz? Geleceğimiz için, çocuklarımız için, torun torba için, ebesinin cıncığı için. Bezdim be, resmen bezdim ya. Çoluk çocuğu düşünmek güzel, ileriye yönelik hayallerin olması ve hedef belirlemek güzeldir. İşin içine hırs girdi mi insanlıktan çıkarsın. Hayvan zaten olamazsın. En vahşi kedi bile karnı tokken civcivlere dokunmuyor. Bu hırs maymunlarına ne demeli?

Yaklaşık iki yıl kadar önce kendimi deneme amaçlı bir işe gireyim dedim, pazarlama işi. Kimse üzerine alınmasın ama cemaate dâhil bir firmaydı, iki hafta staj gördükten sonra evlere gitmeye başlayacaktık, ürün pazarlamaya... Neyse bizim kurslar başladı, gidiyoruz bize işi satacağımız şeyleri birer birer gösteriyorlar. Aynı zamanda tanımlarını öğretiyor, ödev vs. veriyorlar. Kursun üçüncü gününde biz kursiyerleri artık pazarlama ailesinden görmeye başladıkları için kendileriyle ilgili sırlarını paylaşmaya başladılar, Paylaştıkları onca şeyden sadece bir kesiti kaleme alıyorum. Şuydu:

“Arkadaşlar şimdiden söyleyelim, sonradan kokusu çıkmasın, size karşı dürüst olacağız. Mallarımız kaliteli falan değil ama siz o malları müşteriye tanıtırken öyle heyecanla anlatacaksınız ki yanında parası olmayanlar bile borç bulup sizden ürün alacaklar. Zaten işin önemli tarafı şu: Gideceğiniz aileler Müslüman aileler olacak, kapıdan girdiğinizde ağzınızdan birkaç maşallah, barekallah kelimeleri çıktı mı işi zaten götürürsünüz. Ürün sattığınız yerden de onların sizi önermek istedikleri en az beş tane telefon numarası alacaksınız. Biz buradan iletişime geçip sizi pazarlamaya yollayacağız. Cümleleriniz vurucu olacak. Velhasıl, ananızı boyayıp babanıza satacaksınız.” dediği anda hemen söz hakkı aldım. “Babam dediğinin kadına dair tecrübesi olduğu için karısını her şekilde tanır.” dedikten sonra bir hışımla ofisi terk ettim. O yaz sıcağında eve doğru yürüyordum, suratım kızarmış, şıpır şıpır ter damlıyor çenemden. Yürürken kendi kendime düşündüm: “Ben bu işi yaparsam benim ahlâkım bozulur, yalancının teki olurum, bildiğin fiyakalı şerefsiz olurum. Değer mi lan? İnsanlara karşı dini kullanarak onların yastık altında tuttukları üç-beş kuruşu almayı kendine yakıştırabilecek misin?” düşünüm. Bir daha da o tip şeylerin uzağından bile geçmedim.

Konumuz paranın insanı insanlıktan çıkarmasıydı; o işten aylık en kötü, en berbat ihtimalle 2.500 lira para kazanacaktım. İyi çalıştığım ay ise 5-6 bin liradan aşağı düşmezdi. Şimdiye kadar arabamı kesin almıştım ve hatta ev alıp taksitini ödüyor olurdum. Şerefsizlikle, kandırmacayla cebime girecek para hiç olmasın, bu hayattan zerre kadar beklentim yok, umutlarım var ama, onlara doğru gidiyorum azmimle, işin içinde hırs girerse yolumu değiştiririm. Körlük yakışmaz insanlığa, kendini unutmamalı insan. Yatağında huzurla uyumak isteyenlerdenim, hani fakir uykusu derler ya, işte ondan. En çok da bu yüzden başım yastığa değer değmez iki ya da üç dakika içerisinde uyurum. Büyük paralı işler yapabilirim ama yapmıyorum. Sanırım ve çoğunlukla ya da galiba para bir evin ön kapısından girince insanlık arka kapıdan kaçıyor. Bir süredir şöyle bir yaşantım var: Az buçuk karnım doysun, kiramı verebileyim ve dahasını istemiyorum.

Servet Saygınoğlu – İnsanca ile Şerefsizce Yaşamanın Farkları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder