Nasıl bir günmüş bilmiyorum ama havanın bulutlu olduğu bir gün olduğunu
düşünüyorum. Bulutlu havalarda hiç havamda olmamışımdır. Duygusal insana
yaramıyor. Sekiz kardeş arasında en çok ben ağlamışım. Dünyaya gelmek istemeyişim
daha gözlerimi açmadan önce belliymiş.
Son birkaç yıl öncesine kadar geldiğime dair hiçbir sevincim yoktu.
Belki de yaşamayı bilmiyordum. Sadece vardım. Belki de yaşadığımı hissedecek
kadar sevinçler yaşamadığım içindir. Hayatı sevmek çok sonradan oldu, her şeye
üzülür, isyan eder, uzak durur, kendime bile küsen biriydim.
“Ben böyleyim” diyen insanlar var ya, onlar aslında öyle değiller, kendi
kendilerini öyle yapıyorlar.
Huylarımızı da mağazadan üzerimize elbise beğenir gibi kendimiz seçiyoruz. Bunu
çok sonradan fark ettim. Fark ettiğimde baktım ve gördüm ki geç kalmış değilim,
direkt olarak uygulamaya geçtim. Kendimi sil baştan düzenledim. Kıyafetten
huylara kadar, her şeyi sonradan düzenledim ve kalıplar arasında sıkışmış
Servet’i öldürdüm. Neye üzüleceğime karar verecek kadar güçlendirdim kendimi,
yemediğim bir sürü yemek vardı, yemediğim yemeklerin listesini yaptım balık,
kokoreç, pırasa, karnabahar, patlıcan ve daha onlarca yemediğim yemek vardı,
onları bir bir düzenledim.
Son iki yıldır yemek seçmiyorum. Gerçek Servet’i inşa ettim. Basit anlatıyorum
ama çok çok çok çok zor oldu bu. Kendimle çok kavga ettim bunları başarana
kadar, kendimi dövdüm, kafamı duvarlara vurdum, belki defalarca depresyona
girdim ama dediğimi yaptım. Yani “huy dediğin, beşikten mezara kadardır” ya da “7
sinde neyse, 70 inde o dur” kalıbını paramparça ettim. O söz bana göre geçerli
değil artık. Sevilen bir çocuk olmadım hiç, boyun eğenler sevilirdi, ben
eğmedim. Bu nedenle sevgi görmedim. Doğu
çocuğuyum, bizim orada evlat sevgisi gösterilmez. Bir kere bile annemin dizinde
uyumamışımdır. Bir kez bana sarılarak; “Boş ver, geçer” diye teselli etmemiştir.
Öyle büyümüşler, öyle görmüşler… Suçlamıyorum onları ama benim en çok ihtiyacım
olan buydu. Maalesef göremedim.
Kendime sarılmayı öğrendim… Ergenlik yaşından kız arkadaşlarım oldu, nedense
onlarda hep bir anne şefkati aradım, buldum da… Ama yârin yeri ayrıydı, annenin
yeri ayrı. Her ne kadar sarılsalar da, şefkat gösterseler de anne sıcaklığı
apayrıdır. Belki de bilmediğim için böyle düşünüyorum ama böyle olduğuna
inanıyorum. Yaklaşık olarak dokuz yıldır yalnız yaşıyorum, aileden uzaktayım. Gün
geçtikçe herkesin, her şeyin yokluğuna alışıyorum. Alışmak zorunda olduğumu
bildiğim için…
Aklım başka yerde olursa yolumu göremem, dünde kalırsam bugünü heba etmiş
olurum. Bu günde olmalıyım. Planlarımı da günlük yapmayı öğrendim, şayet tatil
yapacaksam -ki havuzlu, kumsallı ve bir haftalık bir tatil ömrüm boyunca
yapmadım- bir iki günlük olur, sonra kürkçü dükkânıma geri dönerim. Gün gelecek
ve bunu da tadıyla yapacağım. Normal gezilerde otogara gittikten sonra nereye
gideceğimi düşünürüm, sonra biletimi alır ve otobüsün kalkış saatini beklerim. O
kadar plansızım yani. Günlük düşünmek en doğrusu, yarına ne olur hiç bilemez
insan. An’ı yaşamayı umutlarımdan vazgeçtikten sonra öğrendim.
O zaman şu sözü yazmıştım; “Ne zaman ki umutlarınız tükenir, o zaman
başlarsınız an’ı yaşamaya.” Bana göre umut etmek aklın gelecekte kalmasıdır,
aklım gelecekte olursa da bugünün kıymetini bilemem. Bir de umutlar suya
düşünce, yaşamadığın ve umut ettiğin günlerin acısı da eklenir, per perişan
olunur. Yaşamaya çalışıyorum elimden geldiğince. Her şeyi en güzel hale
getirmeye gayretim var. İnadım var. Bunlarla beraber yürüyoruz.
Yazılar yazmaya devam ediyorum. Benim gibi düşük çeneliye ancak kâğıtlar
tahammül eder. Bugün doğum günüm. Her
şeyden önce aklıma şu sorular geliyor: Acaba kaç tane anne, bir evladı dünyaya
getirdiği için insanların bu kadar çok duasını almıştır? Ve annem beni dünyaya
getirdiğine bu kadar insanın sevineceğini bilseydi, acaba beni doğururken acı hisseder miydi?
Bu sorular dolaştı kafamda, tebessüm ettim düşünürken. Kutlanmak çok güzel,
saymakta erinmedim, otomatik cümle yazıp da herkese aynı cevabı yazmadım. 400
den fazla mesaj ve maile yanıt verdim. Parmaklarım uyuştu yazmaktan ama gururla
yazdım. Emin olduğum bir şey var: birçok insan benim bu yaş günümde aldığım
tebrikleri bir ömürde almamıştır. Kıymetini biliyorum bunun, yaşattınız bana.
Teşekkür ederim. Kıymet verdiğiniz için, “nice yıllara” gibi iki kelimelik de olsa
zahmete katlanıp kutladığınız için… Var olun. Saygı ve sevgiler…
Servet SAYGINOĞLU – Doğum… Günü…
Doğum günün mutlu, ömrün aydınlık olsun Servet Saygınoğlu.
YanıtlaSil"Bir Kafes, Kuş Aramaya Çıkmış" sayfasından denk geldim bu bloğun linkine.
Kendine bir yol çizip öz eleştiri yapabilmen harika! Çoğu insanlar bunu yapamazlar konuşurken bile aslında olmak istedikleri kişilerden bahsederler öyle olmasalar bile onlar öyledir. Sanırım ifade edebildim.
pluie