27 Haziran 2012 Çarşamba

Doğum... Günüm...

Nasıl bir günmüş bilmiyorum ama havanın bulutlu olduğu bir gün olduğunu düşünüyorum. Bulutlu havalarda hiç havamda olmamışımdır. Duygusal insana yaramıyor. Sekiz kardeş arasında en çok ben ağlamışım. Dünyaya gelmek istemeyişim daha gözlerimi açmadan önce belliymiş.  Son birkaç yıl öncesine kadar geldiğime dair hiçbir sevincim yoktu. Belki de yaşamayı bilmiyordum. Sadece vardım. Belki de yaşadığımı hissedecek kadar sevinçler yaşamadığım içindir. Hayatı sevmek çok sonradan oldu, her şeye üzülür, isyan eder, uzak durur, kendime bile küsen biriydim.

“Ben böyleyim” diyen insanlar var ya, onlar aslında öyle değiller, kendi kendilerini öyle yapıyorlar.

Huylarımızı da mağazadan üzerimize elbise beğenir gibi kendimiz seçiyoruz. Bunu çok sonradan fark ettim. Fark ettiğimde baktım ve gördüm ki geç kalmış değilim, direkt olarak uygulamaya geçtim. Kendimi sil baştan düzenledim. Kıyafetten huylara kadar, her şeyi sonradan düzenledim ve kalıplar arasında sıkışmış Servet’i öldürdüm. Neye üzüleceğime karar verecek kadar güçlendirdim kendimi, yemediğim bir sürü yemek vardı, yemediğim yemeklerin listesini yaptım balık, kokoreç, pırasa, karnabahar, patlıcan ve daha onlarca yemediğim yemek vardı, onları bir bir düzenledim.

Son iki yıldır yemek seçmiyorum. Gerçek Servet’i inşa ettim. Basit anlatıyorum ama çok çok çok çok zor oldu bu. Kendimle çok kavga ettim bunları başarana kadar, kendimi dövdüm, kafamı duvarlara vurdum, belki defalarca depresyona girdim ama dediğimi yaptım. Yani “huy dediğin, beşikten mezara kadardır” ya da “7 sinde neyse, 70 inde o dur” kalıbını paramparça ettim. O söz bana göre geçerli değil artık. Sevilen bir çocuk olmadım hiç, boyun eğenler sevilirdi, ben eğmedim. Bu nedenle sevgi görmedim.  Doğu çocuğuyum, bizim orada evlat sevgisi gösterilmez. Bir kere bile annemin dizinde uyumamışımdır. Bir kez bana sarılarak; “Boş ver, geçer” diye teselli etmemiştir. Öyle büyümüşler, öyle görmüşler…  Suçlamıyorum onları ama benim en çok ihtiyacım olan buydu. Maalesef göremedim.

Kendime sarılmayı öğrendim… Ergenlik yaşından kız arkadaşlarım oldu, nedense onlarda hep bir anne şefkati aradım, buldum da… Ama yârin yeri ayrıydı, annenin yeri ayrı. Her ne kadar sarılsalar da, şefkat gösterseler de anne sıcaklığı apayrıdır. Belki de bilmediğim için böyle düşünüyorum ama böyle olduğuna inanıyorum. Yaklaşık olarak dokuz yıldır yalnız yaşıyorum, aileden uzaktayım. Gün geçtikçe herkesin, her şeyin yokluğuna alışıyorum. Alışmak zorunda olduğumu bildiğim için…

Aklım başka yerde olursa yolumu göremem, dünde kalırsam bugünü heba etmiş olurum. Bu günde olmalıyım. Planlarımı da günlük yapmayı öğrendim, şayet tatil yapacaksam -ki havuzlu, kumsallı ve bir haftalık bir tatil ömrüm boyunca yapmadım- bir iki günlük olur, sonra kürkçü dükkânıma geri dönerim. Gün gelecek ve bunu da tadıyla yapacağım. Normal gezilerde otogara gittikten sonra nereye gideceğimi düşünürüm, sonra biletimi alır ve otobüsün kalkış saatini beklerim. O kadar plansızım yani. Günlük düşünmek en doğrusu, yarına ne olur hiç bilemez insan. An’ı yaşamayı umutlarımdan vazgeçtikten sonra öğrendim.

O zaman şu sözü yazmıştım; “Ne zaman ki umutlarınız tükenir, o zaman başlarsınız an’ı yaşamaya.” Bana göre umut etmek aklın gelecekte kalmasıdır, aklım gelecekte olursa da bugünün kıymetini bilemem. Bir de umutlar suya düşünce, yaşamadığın ve umut ettiğin günlerin acısı da eklenir, per perişan olunur. Yaşamaya çalışıyorum elimden geldiğince. Her şeyi en güzel hale getirmeye gayretim var. İnadım var. Bunlarla beraber yürüyoruz.

Yazılar yazmaya devam ediyorum. Benim gibi düşük çeneliye ancak kâğıtlar tahammül eder.  Bugün doğum günüm. Her şeyden önce aklıma şu sorular geliyor: Acaba kaç tane anne, bir evladı dünyaya getirdiği için insanların bu kadar çok duasını almıştır? Ve annem beni dünyaya getirdiğine bu kadar insanın sevineceğini bilseydi,  acaba beni doğururken acı hisseder miydi?

Bu sorular dolaştı kafamda, tebessüm ettim düşünürken. Kutlanmak çok güzel, saymakta erinmedim, otomatik cümle yazıp da herkese aynı cevabı yazmadım. 400 den fazla mesaj ve maile yanıt verdim. Parmaklarım uyuştu yazmaktan ama gururla yazdım. Emin olduğum bir şey var: birçok insan benim bu yaş günümde aldığım tebrikleri bir ömürde almamıştır. Kıymetini biliyorum bunun, yaşattınız bana. Teşekkür ederim. Kıymet verdiğiniz için,  “nice yıllara” gibi iki kelimelik de olsa zahmete katlanıp kutladığınız için… Var olun. Saygı ve sevgiler…

Servet SAYGINOĞLU – Doğum… Günü…

1 yorum:

  1. Doğum günün mutlu, ömrün aydınlık olsun Servet Saygınoğlu.
    "Bir Kafes, Kuş Aramaya Çıkmış" sayfasından denk geldim bu bloğun linkine.

    Kendine bir yol çizip öz eleştiri yapabilmen harika! Çoğu insanlar bunu yapamazlar konuşurken bile aslında olmak istedikleri kişilerden bahsederler öyle olmasalar bile onlar öyledir. Sanırım ifade edebildim.

    pluie

    YanıtlaSil