İçinde yer aldığımız bir hayat var, hayatın bizim
hayatımız olduğunu bilene kadar yaşın kemale erdiğini görüyoruz. Şimdiden
kemale ermiş gibi yaşayalım o zaman. Biz olalım, kendimiz olalım. Bir insandan görüp,
beğendiğimiz bir kıyafet, tavır, davranış, yemek yeme şekline kadar… Hatta
bununla ilgili bir söz var “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” diye. Bu
cümle tamamıyla bunu açıklıyor. İnsan yoğurt yeme şekli ile yiğitlik sıfatını
kazanıyor. “Benim yiyişim böyledir arkadaşım” gibi bir cevap verir
karşısındakine. “Fakat şu var: benim gibi yersen, yiğit olamazsın.” Çünkü o
benim yiyiş şeklimdir. Bana özgüdür. Yaşımız kaç olursa olsun, hesaplayalım ne
kadar kendimiz olduğumuzu… Aile bireylerinden, toplumdaki ileri gelen insanlara
kadar… Herkesin yüzünde birilerinin izleri var. Herkesin hayatında birçok
insanın eli var. Yemek olan insanda, onlarca çeşit katkı maddesi var. İnsan da
bir yemektir o zaman. Hem de türlü yemek. İçinde bir sürü sebzenin, tuzun,
biberin olduğu…
Hayatımızın içine bir bakalım. Yaşınızı umursamadan; kaç defa “elalem ne der” klişesini umursamadan giyindiniz? Ya da salıncağa bindiniz veya yakar top oynadınız ve ip atlayan çocukların arasına girip siz de ip atladınız??? Sorular cevapsız kalıyor değil mi?
Bir de şu taraftan saldırayım…
Birkaç sene önce vefat eden bir yakınınızın ismi her gün evdeki sohbette geçiyor mu? Bunun cevabını ben vereyim. O insanız söyle hatırlarsınız: kendine özgü bir davranışı varsa… Yemek yeme şekli, sofraya oturuş şekli, hangi yemeği sevdiği, ya da bıraktığı bir eser gibi… Bunlar ancak hatırlatır, YANİ YOĞURT YİYİŞ ŞEKLİ. Harici durumlarda kimsenin umurunda olmaz. Dinimizde bile üç günden sonra herkes hayatına devam etsin diye geçiyor. Çünkü hepimiz ölümlüyüz.
Çok boğuyoruz kendimizi, kalıplar arasından çıkamıyoruz. Bir de gelenekleri din diye savunan bir toplumun içinde yer alıyorsanız hayatınızı dünyaya geldiğiniz anda kaybetmeye başlarsınız, her gün birkaç kez ölürsünüz. Yetmez, eziyet çekersiniz, her zaman el kuklası şeklinde bir yaşamınız olur.
Eve gelirsiniz, ebeveynlerin kuklası. Ebeveynler, geleneğin kuklası.
İşe gidersiniz, patronun kuklası. Patron, paranın kuklası.
Okula gidersiniz, öğretmenin kuklası. Öğretmenler de milli eğitimin kuklası,
Camiye gidersiniz, hocanın kuklası. Hoca ise diyanetin kuklası…
Kukla olmaktan iki şekilde çıkış vardır… Onu da sizin aklınıza bırakıyorum. (…)
Servet SAYGINOĞLU - KUKLA
Hayatımızın içine bir bakalım. Yaşınızı umursamadan; kaç defa “elalem ne der” klişesini umursamadan giyindiniz? Ya da salıncağa bindiniz veya yakar top oynadınız ve ip atlayan çocukların arasına girip siz de ip atladınız??? Sorular cevapsız kalıyor değil mi?
Bir de şu taraftan saldırayım…
Birkaç sene önce vefat eden bir yakınınızın ismi her gün evdeki sohbette geçiyor mu? Bunun cevabını ben vereyim. O insanız söyle hatırlarsınız: kendine özgü bir davranışı varsa… Yemek yeme şekli, sofraya oturuş şekli, hangi yemeği sevdiği, ya da bıraktığı bir eser gibi… Bunlar ancak hatırlatır, YANİ YOĞURT YİYİŞ ŞEKLİ. Harici durumlarda kimsenin umurunda olmaz. Dinimizde bile üç günden sonra herkes hayatına devam etsin diye geçiyor. Çünkü hepimiz ölümlüyüz.
Çok boğuyoruz kendimizi, kalıplar arasından çıkamıyoruz. Bir de gelenekleri din diye savunan bir toplumun içinde yer alıyorsanız hayatınızı dünyaya geldiğiniz anda kaybetmeye başlarsınız, her gün birkaç kez ölürsünüz. Yetmez, eziyet çekersiniz, her zaman el kuklası şeklinde bir yaşamınız olur.
Eve gelirsiniz, ebeveynlerin kuklası. Ebeveynler, geleneğin kuklası.
İşe gidersiniz, patronun kuklası. Patron, paranın kuklası.
Okula gidersiniz, öğretmenin kuklası. Öğretmenler de milli eğitimin kuklası,
Camiye gidersiniz, hocanın kuklası. Hoca ise diyanetin kuklası…
Kukla olmaktan iki şekilde çıkış vardır… Onu da sizin aklınıza bırakıyorum. (…)
Servet SAYGINOĞLU - KUKLA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder