26 Kasım 2014 Çarşamba

Nesini seveyim kışın?

Henüz tam olarak kış başlamadan, bitişinin hayalini kuruyorum. Kışın güzel oluşunu; evinde doğalgaz olup da faturasının miktarını umursamayacak olanlar yaşar. Bir de geçen yıl giydiği kışlıkları yeniden giymek zorunda olmayanlar... Sobasının fırınında kestane veya patates kavuranlar çaresizlikten ötürü kışı renklendirmeye çalışıyorlar. Nesini seveyim kışın? Kimseye yaramıyor.
~ Servet Saygınoğlu

25 Kasım 2014 Salı

İyiyim ben.

"İyiyim" deyişlerime inanmıyorlar, çünkü çoğumuz en kötü olduğumuz zamanlarda bile "iyiyim" dedik. Yeri geldi gözlerimizden yaşlar akarken dedik, yeri geldi acılar içinde kıvranırken. Hep yalan söyledik. Bu yalanın ardından cesurca gidince gerçekleşiyor. O kadar çok acı çekiyor, o kadar çok ölüyor ki insan... Sahiden iyi olmayı öğreniyor, "Nasıl iyi olunur?" bu sorunun cevabını buluyor. Benim bulduğum gibi...
~ Servet Saygınoğlu

2 Ekim 2014 Perşembe

"Güz Sonrası" ÇIKTI..!

                   D&R mağazaları başta olmak üzere tüm kitapçılarda bulabilirsiniz...
                                                           
                                                           Temin linkleri:
                                                                  D&R               
                                                             Kitapyurdu
                                       

8 Temmuz 2014 Salı

Her Yolun Bir Dönüşü Var!

Ben unutmaya gidiyorum, ama unutamayacağımı bilerek gidiyorum. Komik değil mi? Bence hayır. Mesele unutmak değil aslında, mesele gitmek. Ahımı, günahımı, sevabımı, özlemimi, hüznümü alıp gidiyorum. Yolculuk yapmayı severim ama her yola çıkacağım zaman o çıkışın son olacağını düşünürüm nedense. Daha çıkmadan yolda bir kazanın olacağını ve öleceğimi düşünürüm... Öldükten sonra ailemin eşyalarıma bakacağını, yazılarla dolu defterlerim, not kağıtlarım, masamdaki küllük, hayatından bezmiş bilgisayar, yazı tahtam ve yatağım... Geriye bir şey bırakmam diye düşünüyordum ama şimdi sayınca baya bırakacak şeylerin olduğunu gördüm. Şaşkınım. Trajikomik bir durum. Neyse, her ne kadar melankoliye bağlasam da yolculukların bir dönüşünün olacağını biliyorum. Ya eve, ya da rabbime...

~ Servet Saygınoğlu

4 Temmuz 2014 Cuma

Mesajımı neden geç cevapladın?

Eskiden bir mektup yazardın, 5 günde giderdi. Onun okuyup cevap yazması 1 gün sürer dersek, mektubun cevabının gelmesi 6 gün sürmüş olurdu. Yani eder 11 gün... Mektubun cevabını 11 gün beklerdin. Şimdikiler ise mesaja 5 dakika geç cevap verince gelsin kıyamet... "Neden cevap vermedin?", "Kiminle konuşuyordun?", "Sen beni önemsemiyorsun.", "Zahmet edip yazmasaydın, beklemekten öldüm", "Doğru söyle başka biri mi var?" gibi soruların ardı arkası gelmiyor...

Teknoloji iyi bir nimettir, yüze göze bula
ştırmamak şartı ile. Düşünsene, yazıyorsun ve hemen cevap geliyor. Bir ya da beş dakika fark etmez. Anında cevap vermek gibi bir çile çektirmeyin kimseye. Bulaşık yıkar eli köpüklüdür, lavaboya gidebilir, uyuyakalmış olabilir, yanında annesi-babası olabilir. Sadece kadın diye bir şey yok. Kadınlara taş çıkarır gibi hesap soran erkekler de var. Herkes için söylüyorum. Dünyada üç buçuk milyar kadar karşı cins var, onların arasından seni seçmiş. Kıymet ver, alttan al, ti'ye al, boşa al, depoya al... Yani idareci ol. Sen öfkeliyken o idareci olsun, o sinirliyken sen ol... Yürüyün işte beraber. Demem o ki; yazın terliyor diye tutmadığınız o eli, kışın yana yakıla ararsınız...

~ Servet Saygıno
ğlu

1 Temmuz 2014 Salı

2 Temmuz 1993 Madimak Katliamı

Aklıma ilk gelen şeylerden biri; geçtiğimiz sene olayın üzerinden 20 yıl geçtiği için davaya takipsizlik kararının verilmesi... Takipsizlik kararını veren hükumet belli. Şimdikiler...

Sarıklı ve cübbeli koca bir grup Allah-u ekber nidaları ile 37 tane can aldılar. Madimak otelini yakarak... Genel olarak sarık saran ve cübbe giyenlere asla laf söyleyemem, ama Sivas'takiler müslüman hariç her şeye benziyorlardı. Yüzlercesinden birkaç tanesi Kur'an meali okumamıştır. Hep oradan buradan duydukları ile kendi kendilerine bir din belirleyip yaşamışlar. Fatiha bilse tahiyyat bilmez, tesbih çekse iki kelime bir araya getirip dua etmeyi bilmez. Ama Allah yolunda (!) birbirinden güzel insanları diri diri yakmayı iyi bildiler.

Mesele nedir biliyor musun? Kırk alimi bir delil ile inandırırsın ama bir cahili kırk delil ile inandıramazsın. 'Oku' kelimesi (İkra) kur'anın ilk kelamı değil miydi? Kur'anın emrettiğini yerine getirsin ya da getirmesin özgür iradeye kalmış bir durum... Hangi din insan canını almayı emrediyor? Sorsan "peygamber kafirlere karşı savaşmış, biz de savaşacağız" derler. Sanki peygamberimiz 63 yaşına kadar gece gündüz insan yakmış, kafa kesmiş gibi.

İslamiyet kadar güzel bir din yoktur yeryüzünde. Ama islamiyeti kitabından öğrenip yaşayan o kadar az insan var ki... Bunlarınki müslümanlık değil, yobazlığın, bağnazlığın, münafıklığın nirvanası. Böylelerinin aldığı nefes bile zarar. Hala aramızda volta atıyorlar, hala her şeyi bilirmiş gibi yapıyorlar. Hala Maşallah İnşallah'ı kullanarak bilgisiz-görgüsüzleri kandırmaya ve kışkırtmaya çalışıyorlar...

Dünya imtihan dünyası. 37 tane insanın kaybını 21 yıldır kalbimiz taşıyamıyor, ağır bir yaradır. Güzel insanlara varlığında kıymet verin, öldükten sonra "iyi bilirdik" demenizi onlar duymaz. Yüzüne karşı "iyi birisin" demek varken, durma git ve söyle...

~ Servet Saygınoğlu – 2 Temmuz 1993 Madimak Katliamı

18 Haziran 2014 Çarşamba

Tebessüm gerek bize

Sallanan bir kevgirin içinde kalmaya çalışan taneler gibiyiz. Küçülüp düşmemek adına tüm gücümüzle dayanmaya çalışıyoruz. Bazen de bırakası geliyor insanın. "Ne olursa olsun, artık yoruldum" diyor. Nefes aldığı sürece, yorulmayı kendine yasaklamalı insan. Ancak bu şekilde kazandıklarını elinde tutabilir. Evet, birçoğumuz dışarıdan bakınca çok güçlü görünüyor. Ne fırtınalar kopuyor başımızda... Bunu da ancak biz biliriz.

Bir atasözü der ki: "herkes kendi başına yağan karı eritsin." Herkes aşağı yukarı aynı hayatın ceremesini çekiyor. Zaman, dünya, hayat... Bunlar tüm sevdiklerimizi alacak elimizden. Bundan eminiz. Düşündükçe bir burukluk oluyor içimizde... Fakat bazılarımız yüzündeki gülümsemeyi kaybetmemek için her şeyi kaybetmeyi göze alıyor.  İşte onlara deli diyoruz. Şimdi daha iyi anlaşılıyor deliliğin değeri. Deli, kazanandır. Çünkü tebessümünü kaybetmeyen, yeniden çok şey kazanabilir.

~ Servet Saygınoğlu – Tebessüm gerek bize

15 Haziran 2014 Pazar

Baba Dediğin...

Baba olmak bir dakika, baba kalmaya çalışmak yaşam boyu sürer.
Bazı çocukların ruhuna vardır baba olmak... Güçlü, asil, adil ve çok saygılı olurlar. İnsan ayırmazlar. Babalık, illa ki bir çocuğa değil, bir hayvana sahiplik etmek, onun hacetini gidermek de babalık vasfındandır.

Baba dediğin,  güneşin hırçın ışıklarından koruyan bir şemsiye, rüzgarla gelen tozdan koruyan bir barikat, kışın soğuğuna karşı bir hırka, hüzün anında yaslanıp dertleşecek omuz, felaket anında koruyan bir siperdir.

Baba dediğin, evlat ayırmaz, tabi mutlaka evlatların içinden birini ötekilerden daha çok sever, fakat bunu belli etmez.

Baba dediğin, okula gönderirken sadece harçlık vermez. Önem verir.

Baba dediğin, kabadayıdır. Misafirlerini gözleri hiçbir şeyde kalmayacak şekilde ağırlar. 'Büyük adam' diye anılandır, fukara babasıdır, dost canlısıdır, evlatların samimi arkadaşıdır...

Baba dediğin, eşiyle arasındaki sorunları kavga gürültü ile değil, ikna ile konuşarak ve evlatlara sezdirmeden halledendir…

Baba dediğin, kaynana ile annesini kırıp üzmeden aynı yolda yürütmesini sağlayandır.

Baba dediğin, evlatlarının ve eşinin önemli günlerini aklında tutup sürprizler yapan, yapamazsa bile o gün geldiğinde güvenli kolları ile sarıp sarmalayan ve yanında olduğunu hissettirendir.

Baba "tüm dünya beni dışlayıp sevmese de, onun sevgisi dünyaya bedel" dediğindir.

Baba merhamettir, adamlığın abidesidir.
Yani babalık çok zor bir meziyettir muhafız. İsteyen her erkeğin yapabileceği ama yapanların sadece bir elin parmakları adedinde olduğudur. Benim kafamda oluşturduğum baba profili budur. Üzerine alınan tüm babaların, babalar gününü kutlar, hürmetle ellerinden öperim…

Servet Saygınoğlu – Baba Dediğin…

9 Haziran 2014 Pazartesi

Havaya girersen, düşersin boşluğuna.

Okuyacağın onca kitap, gezeceğin sayısız yer varken bir insana vakit ayırıyorsan; her şeyden önce o insan kendisine kıymet verdiğinin bilincinde olacak. Olmalı ve buna saygı göstermeli... Sen, ancak kendindeki değerin büyüklüğüne göre değer verebilirsin. Yani karşındaki insan fazla havalara girmesin, bilsin ki onu yücelten sensin.

~ Servet Saygınoğlu - Havaya girersen, düşersin boşluğuna.

8 Haziran 2014 Pazar

Bazen

Bazen, ölüden farkının sadece nefes almak olduğunu düşünüyor insan. Her şey fazla, her şey az geliyor. Bir yastık arıyor gözler, ya da başını yaslayacak bir omuz. Herhangi bir ses olmaksızın... Öylece yan yana karşı duvarı seyretmek... Huzurun yolunu gözlemek budur. Limana gelecek olan gemiyi bekler gibi. Limanda bekleyenin kalbi dolu, kendi yalnız. Duvarı seyredenin yanı dolu, kalbi yalnız...

~ Servet Saygınoğlu – Bazen

4 Haziran 2014 Çarşamba

Hepimiz Hayvanız

Aşıkken kedi-kuzu, öfkeliyken aslan, sadıkken köpek, kurnazken tilki, hainken karga-akrep, düşüncesizken kuş, unutmamak adına fil, öç almaya kararlıyken yılan, olan bitene sessiz kalırken koyun, unutmaya gelince balık, çalışkan olunca karınca veya arı ya da eşek. Yani insan olarak, insanlığın yanı sıra birçok hayvanı/hayvanlığı bünyemizde barındırıyoruz. Helal olsun bize...

Servet Saygınoğlu - Hepimiz hayvanız

3 Haziran 2014 Salı

Tatlı Dilin Hatırı Büyüktür

Bir insan ceketsiz, atletsiz hatta pantolonsuz bile yaşayabilir. Üzerine bir çuval geçirip çıkar. Ama ayakkabısız çıkamaz. Demem o ki, üzerine yüklendiğin (işçin, ayakkabın, araban, evin, eşin) şeylere kötü davranma. Bu parantez içinde bahsettiklerim için kesenizin ağzı sonuna kadar açık olmalı. Bunlar, cimrilikle alakası olmayan en özel ihtiyaçlarımızdır.

Ayakkabın: İmkânının el verdiği kadar iyi bir ayakkabı almalısın. Yukarıda bahsettiğim gibi gerekirse üzerine çuval giy ama ayakkabın iyisinden olsun. Ucuz ayakkabı ayağı kokutabilir, sıkabilir, çabuk yırtılabilir…

İşin / İşçin: İşine bağlı olmalı, benimsemelisin. İşçin varsa, gününde hakkını ödemeli, kalbini kırmamalı ve ciddiye almalısın. İşini ciddiye almazsan, kazancın helal olmaz. İşçini ciddiye almazsan, o da işini ciddiye almaz. Dolayısıyla yerinizde sayarsınız.

Araban: -ihtiyaç dâhilinde- aileni ve kendini en az yoran ve sizi rahat ettirebilecek arabayı al.

Evin: Senle beraber ailenin yaşadığı yer. En güzelinden olacak diye bir şey yok. Daha iyisini alma olanağın varken 3 çocuğu iki odalı eve sığdırmak zulümdür. Dünya fani, elini yumruk yapma. Aç ki Allah sana versin, sende sevdiklerine ver.

Eşin: Heyecanı en fazla bir yıl sürer. Devam ettirene ne mutlu! Fakat saygı bakidir. Birlikteliği yürüten de asıl budur. İnsan konuşarak anlaşır. Yorgunum, başım ağrıyor, komşu bunu yapmış, arkadaş bunu almış diye bir olay yok. Kendi evinle ilgilen. Herkes bu konuda şanslı olmayabiliyor. Tabi dilerim ki kurulan hiçbir yuva yıkılmaz. Eşlerin bir araya gelerek birbirinin yüzüne bakma yeri sadece yatak odasıysa, o aile dışarıdan çok iyi görünse bile içerde zannedildiği gibi değildir.

-Kadın: Yapacağı yemeği büyük bir keyifle yapmalı, gülümseyerek karşılamalı. İşe giderken kahvaltısız yollamamalı.
-Erkek: Evin, eşin, çocuğun masrafından kaçmamalı, iyi bir dinleyici olmalı. Sabretmeyi bilmeli. Her şeyden önemlisi anne ile kaynanayı bir arada idare edebilmeli.

 Velhasılıkelam insan tatlı dilli olmalı. Bir şey demeden önce karşısındakinin nasıl anlayacağını düşünerek naif bir şekilde söylemeli. Hal böyle olunca, kimse kimseye fazladan öfkelenecek bir şey aramaz… Tatlı dilin hatırı büyüktür.

Servet Saygınoğlu – Tatlı Dilin Hatırı Büyüktür

16 Mayıs 2014 Cuma

Dikenli Yastık

Bazen o yumuşacık yastık, koca bir dikene dönüşür.
O dikenleri sivrilten, düşüncelerdir. Bildiğin şeylerdir. Bildiğin halde tahammül etmeye çalışmalarındır, "her şeye rağmen"lerindir, arada bir özlemindir, bazen gurbetin, bazen de başkasının acısını hissetmendir. Sen insansın, sen dünyasın. Yaratılan en yüce varlıksın. Sen kendi değerini ne kadar bilirsin bilmem ama, bir başkası seni asla senin kadar sevmez.

Velhasıl, ucu açık cümlelerle yatağa girilmez. Noktayı koymazsan, günü kapatmamış olursun. Lambayı söndürür gibi yap, hepsini aynı anda...

Servet Saygınoğlu – Dikenli Yastık

1 Mayıs 2014 Perşembe

Özür ve Af

Kandil, bayram, düğün türü kitlelerin bir araya geldiği günler birçok küs ve dargını barıştırmıştır. Kötü söylemler, hadsiz davranışlar, patavatsız durumların gücü ancak böyle günlere kadardır. Tükenir ve insanlar bir araya gelir. Onca doğrusunu gördüğünüz insanın bir hatası olabilir. Bunun yüzünden o anda öfke ile kırıcı cümleler kurmuş olabilirsiniz. Ama hiçbir münakaşanın öfkesi, olduğu gibi kalmaz, günden güne erir. Hazır erimişken, bir selam, birkaç kelam insanın değerinden kaybettirmez. Affeden büyüktür, affedilen mahcup. Büyüklüğe de, mahcupluğa da eyvallah. Yeter ki uzatın elinizi telefona, ya da yakınsa zilini çalmaya bir çay içimlik yol alın…

Servet Saygınoğlu – Özür ve Af 

29 Nisan 2014 Salı

Yitirilen Yıllar

En güzel yıllarımız çalışıp tükenerek geçiyor, ayda birkaç pazar tatilin ya olur, ya da olmaz... Haftanın yorgunluğu zaten bir gün ile atılacak gibi değil.

Yaş kemale erene kadar deliler gibi koştur, 65 ine gelince de emekli ol. O saatten sonra insan ne yapsın tatili, ne yapsın serbestliği, ne yapsın emekli maaşını... Ömür gitmiş bir kere... Tabi sadece yaş ilerlese iyi. Tansiyonu var, kolesterolü var, sakatlık var, böbrek sorunu var, karaciğerin bilmem nesi var. Var oğlu var işte... Bazıları çalışmaya, bazıları da yaşamaya gelmiş dünyaya... Birileri dolu tabakları taşıyacak, birileri sofrada bağdaş kurup bekleyecek, birileri çalışacak, birileri döner koltuğunda kıvranarak parasını sayacak...

Velhasıl-ı kelam, istediğin kadar sağlıklı ol ya da paralı; bu dünya pek de yaşanacak yer değil... Ne kadar yaşarsak, dünyanın attığı oklar o kadar ıskalamış olur.

Servet Saygınoğlu – Yitirilen Yıllar

27 Nisan 2014 Pazar

Kısa Cümleler Kuruyorum

Aradan yıllar geçmiş o müziği dinleyeli... Şebnem Ferah'ın "Artık kısa cümleler kuruyorum" derken ne demek istediğini ben daha yeni anladım. 1999'un albümü... Defalarca dinlemişimdir ama yaşamadan anlaşılmıyor. Evet, olabildiğince kısa cümleler kurmaya çalışıyorum konuşurken... Anlaşılmayınca "fazla dilimi yormamış olmak" rahatlığı iyi geliyor. Aklın varsa derdini duvara anlat, denize anlat, kapıya anlat, masandaki takvime anlat, sokak lambasına anlat ama insana anlatma. 

Servet Saygınoğlu - Kısa Cümleler Kuruyorum

23 Nisan 2014 Çarşamba

Beni Bana Bırak

Bana yeri dolmayacak bir şey söyle, bana alışılmayan bir acı söyle... Bulamazsın... En büyük acının bile sonu var. En büyük imtihan, sevdiklerimizle olan imtihanımızdır. Varlıkları, yoklukları, gidişleri, terk edişleri, hoş gelişleri ve daha bir sürü durum... Ailesini tamamını kazada kaybeden insana soruyorlar, “Acım dinmedi ama alıştım. Baktım ve yaşamaktan başka ne yapabilirdim" diyor. Böyle diyecek tabi, istese de istemese de yaşadıklarını gözünün önünde tutamaz. Bir şekilde geri kalacaktır.

Saatin ilerlediği gibi insan da ilerliyor. Geleceksen, kendini bir ödül olarak gör; onca acının ve hüznün üzerine... Gelmeyeceksen de "geliyorum" deyip de umutlandırma. Yalnızlığın güzel yanı, üzecek kimselerin olmamasıdır. Verdiğin keder, sevginden büyükse kusura bakma... Yalnızlığı özleyeceksem ne anlamın var? Ben kucağımı sevgiye açarım. Çünkü keder bende yeterince var, neden dahasını isteyeyim ki? Kaşınmıyorum. Haber uçur, ya da göçmen bir kuş gibi git. Ama döndüğünde lütfen ölmüş olayım. Yani senin için ölmüş olayım. Unut, unutayım, bakarsın unutunca çiçeklerin rengi daha güzel görünür gözüme. Çayım çorbamdan daha güzel tat alırım, kupkuru dalın bahar gelince rengarenk çiçekler açması gibi bende hayata dönerim. Umut denilen şey, ancak bu durumda aklıma gelir. Benim buna ihtiyacım var.

Servet Saygınoğlu - Beni Bana Bırak

22 Nisan 2014 Salı

İsim vermekle uğraşmayın

Her konuyu konuşabiliyor ve yanında kendinizi iyi hissediyorsanız; bu ilişkiye bir isim vermekle uğraşmayın. Yan yana yürüyün işte. Bulmuşken bunamayın... Hepimizin derdi anlaşmak ve anlaşılmaktır. Fazla karıştırdıkça boku çıkar. Eğer yokluğu yaşamışsanız, birbirinizin birer nimet olduğunu zaten anlarsınız. İçinde bulunduğunuz durumu sorgulamayın, bakın keyfinize...

~ Servet Saygınoğlu – İsim vermekle uğraşmayın

3 Nisan 2014 Perşembe

Yaptığın Yanına Kâr Kalmaz

"Nasıl olsa seviyor, ona her istediğimi yaptırırım." gibi şeyler aklından geçtiği andan itibaren nefesimi ensende hisset. Seven, kedi kadar masum olmanın yanı sıra canavara da dönüşür. Öyle "karnından sıpayı, sırtından sopayı" diyecek kadar yoz değilim, daha beterini yaparım. Sözlerimle döverim, hiçbir darbenin veremeyeceği kadar canın yanar ve baktığın her yerde hatırlarsın. Varlığına alışsan ne olur ki? Aynaya her baktığında göreceksin öptüğüm yeri. Ve benden sonra, o alın asla aklanmaz.

Bildiğim şudur: Hiçbir gönül oyunu intikamsız kalmamalı. Bu olaydan sonra ben belki yeniden birini sevemem ama sevgisinin samimi olduğuna inandığım biriyle yürüyebilirim. Sen sevsen ne olur, beni hatırlamaz mısın? Hatırlarsın tabi, işte bu yüzden sevmelerin hep yarıda kalacak.

Seviyormuş gibi yapmayacaktın...


Servet Saygınoğlu – Yaptığın yanına kâr kalmaz

22 Mart 2014 Cumartesi

Gülümse

Ne kadar çok yol bekliyoruz kimbilir. Biri de acıtmadan apansız gelse beklerken. Arkadan boynuna sarılsa, ya da elleriyle gözlerini kapatsa. "Sileyim mi, süpüreyim mi?" dese, "Süpür" deyince tırmalamaya kıymasa... Öyle esinlendim bir an. Bakarsın güzel şeyler olur. Dilek bildiğin başucunda görünür. Yıldızlar kadar uzak denilen gençlik, hiç görünmüyor denilen çocukluk, onunla birlikte geliverir. Biliyorum, bal damlıyor ağzımdan. Belki de tebessüme ihtiyacının olduğunu bildiğim içindir. O zaman dudaklarından geleni yap! Gülümse...

Servet Saygınoğlu – Gülümse

28 Şubat 2014 Cuma

Beraber Yürüyemeyiz Bu Yollarda

Arada bir alınıyorum sana. Bu durum senden soğuduğumu düşündürmesin. İlgine ihtiyacım vardır, biraz daha yakınlık istiyorumdur. Ama sen üzülüp duruyorsun. Bu kez bende yoktan yere üzülüyorum. İşte bütün mesele buydu: "anlaşılmak". Ben, seni üzmek için alınmam. Bir kez sarılsan geçecek aslında. Düşünemiyorsun. Sonra yoktan yere kafa kafaya verip, Hakan Taşıyan'dan "Hazin geliyor" şarkısı dinler hale geliyoruz. Biliyorsun, bu haller bize yaramıyor. İstedikten sonra sarılmanın bir anlamı kalmaz.

Hani bir nevi evine misafir geldiğinde "Yemek yiyor musun?" diye sormak gibi. Misafire böyle bir soru sorulmaz. Yapman gereken: Sofrayı kurup misafiri davet etmektir. Buradaki mana şu: Sen ona böyle bir soru sorduğunda "ağzımla isteyeceksem, neremle yiyeceğim?" deyimi ile cevap verirse şaşırma... Yani anlayacağın; bana sarıl diyemem, ilgine ihtiyacım var diyemem, beni anlamaya çalış diyemem. Senin içinde öyle bir “his” yoksa "biz" diye bir şey yoktur zaten. Beraber yürüyemeyiz bu yollarda…

Servet Saygınoğlu – Beraber Yürüyemeyiz Bu Yollarda

26 Şubat 2014 Çarşamba

Değişken Haller

Çaycının fazladan getirdiği bir bardak çay gibiyim... Kimse sahiplenmiyor. Tepside kalıyorum, insanların gözü önünde her saniye soğuyorum hayattan... Aslında kurak arazide suya hasret bir çiçek gibiyim. Diğerlerinden fazla suya ihtiyacım olduğu için söktüler toprağımdan, canım acıyor ama güzel-sulak bir yere götürüyorlar sanırım, hemcinslerimin yanına yolcu olduğumu hissediyorum...

Servet Saygınoğlu - Değişken Haller

Zamane Ayrılıkları

Zamane ayrılıklarına: Bir sigara, bir bira ya da çay, bir acıklı şarkı, birkaç damla gözyaşı ve birkaç saat uyku yetiyor. Hatta bazıları üşeniyor. Sadece sonuncuyu yapıyor. Gidip uyuyor... Çünkü otobüs, tren, uçak. Bunların çağındayız. Bir araya gelmek, pek de zor değil... Kavuşmak için mücadele, evden rahat çıkmak için kırk türlü yalan söylemek, akla kara seçmek yok... Kolay başlayan, kolay bitiyor...

Servet Saygınoğlu - Zamane Ayrılıkları

Ender İnsanlar

İçinde fırtınalar kopsa da, karşısındaki insana her şey yolundaymış gibi davrananlar, kavgasını kafasının içinde yaşayanlar, yarasına devayı etrafta değil kimseye sezdirmeden kendinde arayanlar... İşte onlar ender insanlardır; kıymeti bilinesi, her fırsatta yüzü görülesi, ölesiye sevilesi...

Servet Saygınoğlu - Ender İnsanlar

25 Şubat 2014 Salı

Ahmed Arif'e...

"Kaç leylim bahar...", "Hani kurşun sıksan, geçmez geceden.", "Hasretinden prangalar eskittim." Ahmed ağabey, dön geri dünyaya... Dön. Çok özledik, sizsiz pek eskidik. Yaşamanın pek de anlamı yok hani. Olsun, yine de uğrayın arada. Dünya sizi sevmedi, sevse bu kadar canınızı yakıp gıdaklatmazdı. Biz de sizin gibi bekliyoruz dünyadan gidişimizi... Özlenir miyiz?, Aradan yıllar geçse hatırlayan olur mu dersin? Peki ya ismimizi anınca nutku tutulan? Şaşarım. Sizler gönlümüzde boş yer bırakmadınız. İyi ki siz, iyi ki söz, iyi ki acı, iyi ki utanç, iyi hüzün, iyi ki mahpus, iyi ki gurbet, iyi ki yalnızlık, iyi ki sanat, iyi ki müzik... Yine de, arada dostlarınla gel, bekleriz. Kapımız, gönlümüz gibi açık size. Sen ve akranlarına... Bekliyoruz. Siz gelmeseniz, biz elbet geleceğiz yanınıza...


Servet Saygınoğlu  – Ahmed Arif'e...

23 Şubat 2014 Pazar

Hayalini Kurduğum Dost Modeli

İçinde fırtınalar kopsa da, karşısındaki insana her şey yolundaymış gibi davrananlar, kavgasını kafasının içinde yaşayanlar, yarasına devayı etrafta değil kimseye sezdirmeden kendinde arayanlar… İşte onlar ender insanlardır; kıymeti bilinesi, her fırsatta yüzü görülesi, ölesiye sevilesi…
— Servet SAYGINOĞLU

5 Şubat 2014 Çarşamba

Güven ve İtibar

İnsan ömrü boyunca, karşılığında en çok bedel ödediği şeyler; kendisine duyulan güven ve itibardır. Bunları yükseklere çıkarmak için onlarca testten geçeriz. Kimse durduk yere bize saygı ve hürmetle yaklaşmaz. Ve aynı zamanda kimse durduk yere kendisi için değerli olan bir şeyi bize emanet etmez. Bunun için ufak şeylerle başlanır. Eğer yerine getiriliyorsa, herhangi bir hıyanet gösterilmiyorsa zamanla bu emanetler büyür. Çünkü kimsenin herhangi bir şeyine teşebbüs etmeyeceği bilinir hâle gelir. Bu durum, itibarımızı da besleyen bir şeydir. Bunun yanında bir de cebimiz doluysa, itibarımızı yeterince yüceltmiş oluruz.

Konuyu bir yere getirmek istiyorum. Hani bir söz vardır: “Öfkeliyken karar, mutluyken vaat, üzgünken cevap verme.” diye. Bu üç düsturdan herhangi birini yarında bulundurmayan insan, yıllarca besleyip büyüttüğü ‘kendisine duyulan güven’ ve ‘itibar’ı yerle bir eder. İnsan dikkat etmeli. Hayat bir bakışla çok kolaydır, başka bir bakışla zor. Gece gündüz gözünü ayırmadığın tarlanı, yoldan geçen biri attığı izmaritle yakıp kül edebilir.

Her türlü kötülüğü yaptıktan sonra hâlâ keyfi yerinde görünen bir insana “nasıl oluyor da bunca kötülüğe karşın işleri yolunda ve keyfi yerinde oluyor?” diye sormana gerek yok. Kalbi kararmıştır. Her türlü işi yolunda da gider, çok güzel günler de görür ama uçurum kıyısında yürür. Hayatının altüst olması an meselesidir. Kesin olan bir şey var ki o da yanlışlarının bedelini büyük ölçüde ödemeden gözden kaybolmaz.

“Kalbi temiz insanlar, hatalarının bedelini henüz yutkunmadan öderler.” Yaptığın bir yanlış sonrasında hemen canın yanıyorsa, kendinle gurur duy. Başına gelen, senin için doğru yoldan ayrılmamanı emrediyor.

“Dilinin bekçisi, aklının sözcüsü, vicdanının hizmetçisi ol.”

Servet SAYGINOĞLU – Güven ve İtibar

21 Ocak 2014 Salı

İnsandan Her Şey Beklenir

Bir film izliyordum, orada geçen konuşma beni inanılmaz derecede etkiledi. Aynen şöyle dedi baba oğluna:

“Bir insana aşktan hariç her türlü hissiyatının hesabını sorabilirsin. İnsan aklının hâkim olamadığı bir duyguya başkasının sözü sinek vızıltısı gibi gelir.”

Özel hayattaki tercihlerimizden dem vurmadan rahat edeceğim söylenemez. Bir insana gönül gözüyle baktığımızda, etrafımızdakilerin bizim gözümüzle bakmasının mümkün olmadığını biliriz. Fakat ne yaparsak yapalım, insanlar bizim biz olmamamız için ellerinden geleni yaparlar. Onlar kendi cihetlerinde haklılardır. “Sen gönül gözüyle baktığın için hatasını, kusurunu görmüyorsun. Dolayısıyla bu insanın her sözü sana bal şeker kaymak gibi görünür.” derler. Sevmenin de bu halleri her daim çıldırtmıştır seveni… Ne yapılırsa yapılsın, onu davasından vazgeçirecek nedenler bulunmaz. Son çare ise ebeveynlerdir: “sütümü helal etmem”, “ya onu tercih edersin, ya bizi.” gibisinden seçenekler sunarlar insana… Mantığı olan gönül ilişkisinin sürerek varacağı yeri tahayyül eder. Aklı fikri sessiz bırakan bu durumda bir insana; bir değil, bin türlü sütü ya da hakkı haram edin, gönlünden silip atmaya gücünüz yetmez.

Gönlün tercihi ile aklın tercihi farklı şeylerdir. Aklın tercihi ileriyi düşünür, gönlün tercihi ise andan ibarettir. “İlk aylar cicim ayı, sonrakiler sıçım ayı” diye bir şeyler uydurmuş günümüzün gençleri. Yeni evlenenler de bu geleneğe göre kendilerini şekillendirerek “artık cicim aylarımız bitti, öyle afili cümleler, hediyeler filan bekleme” gibi cümleler kurarlar. Benim gördüğüm bu tavrın gönülden gelen bir şey olmaması yönünde…

“Gönülden seven, sevdiğine kızmaz, sitem eder.”

Bağırıp çağırmak, şiddet uygulamak, sahipleniş: zorbalık ve hükümranlık güdülerinin neticesidir. Bazı gün görmemiş kadınlar, kendilerine uygulanan bu darp halleri ve baskıyı sevgi ifadesi olarak görürler. Bu da onların noksanlıklarından ileri gelir. 70 yıla dayanan evlilikler vardır; ‘bunca sene aynı yastığa baş koymanın hikmeti nedir?’ şeklinde bir sual sorduğunuzda aynen şu cevabı alırsınız:

“Bizim zamanımızda sökükler dikilir, eskiler yamanırdı. Kirleneni atıp yenisini almazdık, kıymetliydi her şey…”

Eskiden kıymet vardı… Aşk eskimedi, bizler ruhumuzu, gönlümüzü çok çabuk eskitiyor, çok çabuk vazgeçiyoruz. Bazıları yolda karşılaşmayı bile aşkın kerameti sanıyor, kimi dükkânının ya da evinin önünden her sabah aynı saatte geçen birini henüz adını bilmeden aşkı addediyor. “Her sabah karşıma çıktığına göre mutlaka bu benim aşkımdır.” diyor. Halbuki o insan evinden kalkıp işine gücüne gidiyor, senin varlığının farkında bile değil… Böyle şeyler de var işte… İnsan bu, artık nerede ne yaparsa yapsın, yaptıkları şaşırtmıyor. Demem o ki: insandan her şey beklenir.

Servet SAYGINOĞLU – İnsandan Her Şey Beklenir

19 Ocak 2014 Pazar

Nejat İşler

"Bu kadar sevenimin olduğunu görmek için ölüm döşeğine gelmek şart mıydı?" Ya da "Seven, sevdiğini sadece veda da mı belli etmeli? Böylesine sevildiğimi sağlığımda görsem, bunca insanı üzmemek için hasta olmazdım yemin ederim." diye düşünüyordur Nejat İşler. Mutlaka düşünüyordur emin olun. Düşünsenize, seviyoruz ama onun bundan haberi yok.

Sevgimizi belli etmek için üç ayrı zaman dilimimiz vardır: giderken, hastayken, ölürken... Sorun şu ki; bu üç durumda da sevgi gösterisinin hiçbir anlamı olmuyor. Teoman boşa söylemiyor "sevmeye yeteneksiziz" diye...


Servet SAYGINOĞLU

18 Ocak 2014 Cumartesi

Gider...

"İnsan aynı kalır, gelip geçen sadece zamandır" sözü bizi temsil etmiyor... Bizler gibi zamanın selinde sürüklenen ve feleğin sillesini yiyenler zamanla değişirler. Sen yıllar önce bıraktığın insanı bugün gördüğünde hala aynıysa ne sen, ne de o; o günden beri yaşamanın ne olduğunu unutmuşsunuzdur. Çünkü giden, kendisi ile beraber kocaman bir yaşamı da alır gider.

Servet SAYGINOĞLU 

16 Ocak 2014 Perşembe

Belli oluyor…

Bir zamanlar gözlerini ayırmadığına, şimdi göz ucuyla bakmaz oluyorsun. Çok "Sensiz yapamam." diyenlere rastlıyorsun, uzun zaman sensiz kalmıştır ama baktığında eskisinden iyi görünüyordur. Sorsan; hepsi üç öğün, beş vakit sevmişlerdi. Belli oluyor aşkın dininden imanından çıktıkları... Bu arada bir şarkı dinliyorum, Metin Işık'tan... "Lay lay lom galiba sana göre sevmeler" diyor. Sanki ben çalıp, ben söylüyorum...

Servet SAYGINOĞLU – Belli oluyor…

Özledim'e ekle...


15 Ocak 2014 Çarşamba

Hepimiz aynı dertten...

Senin merak ettiğin ben, benim merak ettiğim o, onun merak ettiği başkası... Hiçbirimiz istediğimizle değiliz, ama hepimiz seviyoruz nedense... Bazen kimin neyi sevdiğinden habersiz... Bir bakıyoruz sabah olmuş, işe ya da okula gitme telaşı sarıyor, akşama kadar debelenip duruyoruz. Evin yolunu bulunca da oturduğumuz yerde sızıp kalıyoruz. Sorsan seviyoruz, baksan sevmeye zaman yok. Zaman olsa da hâl yok... Akşamki çişini sabaha kadar beklettiğin olur. Konuşmaya zaten takat yok, cancağızına "iyi geceler" yazmak için iki metre ötede masanın üzerindeki telefonunu almaya gidemediğin olur. Benim gibi yazmaya başlarsın, oysa sayfalar dolusudur anlatmak istediklerin, parmaklarına kadar yorulmuşsundur, böyle yazıyı kısa kestiğin olur...

Servet SAYGINOĞLU - Hepimiz aynı dertten...

11 Ocak 2014 Cumartesi

Şarkılarla Gitmek

Bazen günlerce ararsın huzuru. Nerede bulacağını bilemediğin olur. Tam umutsuzluk başlayacakken karşına bir şarkı çıkar. -Oysa sen yer ve mekan düşünmüştün huzur için- Bir bakıyorsun, o şarkı seni huzurun kucağına taşımış. Anlıyorsun ki huzur şarkılardaymış, gitmekte değil... Evet, oturduğumuz yerde kendimizi bir mektup gibi şarkıların ayaklarına bağlayıp istediğimiz yere gidebiliyoruz...

Servet SAYGINOĞLU