22 Kasım 2013 Cuma

Ev Kadını

Teessüf ederim beyler... Ev kadını deyip geçmeyin. Bir yandan yemek, bir yandan facebook'ta paylaşım, bir yandan örgü, bir yandan çocuk, bir yandan dizi takip eden, bir yandan komşuyla haberleşen, bir yandan ütü yapan ve bunların hepsini yapmanın yanı sıra temizlik yapan kişiye denir ev kadını... Bu yüzden ev kadını demeden önce bi Bismillah çekin derim. O, ahtapotun bile kıskandığıdır...

Servet SAYGINOĞLU – Ev Kadını

18 Kasım 2013 Pazartesi

VAR YOK

İlk başlarda "Tanrı onu yaratırken benim fikrimi de almış gibi" derler. Ayrılınca da, "Tanrı onu yaratırken, ne istediysem tersini yapmış gibi" derler. İyi yorumcuyuz belli ki, her gördüğümüz tencereye göre kapak uydurma çabalarımız var. Kendimiz hariç her minareye göre kılıfımız var, yoksa bile bir kumaşçı bulur birkaç metre kumaş-iğne-iplik derken dikip uyduruşumuz var, her şeyimiz var ama aynı zamanda hiçbir şeyimiz yok, aynaya bakınca üzerimiz çırılçıplak kalıyor, bir gardırop dolusu elbisemiz var ama giyecek hiçbir şeyimiz yok. Giyecek onlarca çift ayakkabımız var ama en fazla üç tanesini değişkenli olarak giyeriz. Biz ne saçma şeyleriz...

Servet SAYGINOĞLU - VAR YOK

16 Kasım 2013 Cumartesi

KOŞUN!!!

Ne güzel şeysin öyle, hep yaşın 19, gel yanıma sar beni, bugün var yarın yokuz... diyor MFÖ şarkısında. Yan yana gelebilecekken, sarılıp koklaşacak, beraber vakit geçirecekken ertelemenin manası yok. Kırın içinde olduğunuz kafesin korkuluklarını, varsın kanasın elleriniz, varsın yansın dizleriniz, varsın çizikler olsun yüzünüzde... Yapın elinizden, dilinizden, ayağınızdan geleni... Sevdiğinize, seveninize ya da yanında kendinizi iyi hissettiğinize koşun. Vakit, boşa harcanacak bir şey değildir.

Servet SAYGINOĞLU  - Koşun!!!

9 Kasım 2013 Cumartesi

Heye'canım

Yaşım kadar değil, yaşadığım kadarım. Yaşım ufacık kalıyor yaşadıklarımın yanında. Hayatımda anlam verdiğim şeylerin en başında geldin sen. Kalp çarpıntısı sadece uzun mesafe koşma sonucunda değil, yüzünü gördüğümde de oluyormuş. Bunu fark ettirdin bana, üstüne bir de dizlerimin titrediğini... Heyecan denilen şey, sadece çocuk yaşlarımda vardı, o da sınıfta ders anlatmak için tahtaya çıktığımda olurdu. Çalışkan öğrenciydim. Kısa bir süre sonra ona da alıştım. Çıkıp bütün dersi anlatırdım. Heyecan evini yükleyip gitmişti anlayacağın...

Sen aynısın hala. Hala titriyor dizlerim yanında otururken, hala dilim sürüşüyor konuşunca. Evet, sana alışmak istemiyorum. Eğer alışırsam, kalbimin çarpacağı hiçbir şeyim kalmaz. Sen elimi göğsüme koyduğumda duyduğum ses kadar yakın, aynı zamanda elimin yetişemeyeceği kadar uzaktaki kıymetlim kal…

Servet SAYGINOĞLU – Heye’canım