Yazara ait söz, aforizma, deneme, farkındalık ve tespit yazılarının yer aldığı bir platformdur. Alınlıları yazarın imzası ile paylaşmanız rica olunur.
30 Mayıs 2013 Perşembe
Vardır Bir Hayır
Tek bir ricam olur senden, garip bir yanım var, onu bilmeni istiyorum: Beni üzmeye çalışırsan eğer, fazlasıyla karşılığını alırsın. Kadınlar trip atar filan derler ya, tribin de kralı bende. Ama gerektiği zaman... Umarım öyle bir zaman da gelmez. Yüzüne bakmak istiyorum tabi, baktığım yüzün olacak ama ruhunu göreceğim. Ellerini gözeneklerine kadar hafızama kazımak isterim. Yüzünün güldüğünü görmek için çabalamak, çabaların en güzeli olacaktır. Hiçbir beklentim yok, bu hayatta beklediğim tek şey vardır, o da ölümdür. Ölüm: geleceğinden emin olduğum tek şeydir. Hayata güzel bakınca, güzel görebiliyor insan. Başımıza gelen her şey, yaptığımız bir şeylerin karşılığıdır.
Eğer karşılaştıysak, vardır bunda bir hayır. Ben kendime güvenirim. Eğer bir gönül meselesiyse, bunun gereğini yapmak benim boynumun borcudur. Gerçekten sevilecek bir insan var mıdır? sorusunu çok sordum dünyaya. Çıkar mı, çıkmaz mı diye umut bile bağlamadım. Saçlarımda beyaz yoktu benim, son bir yılda epeyce arttı, ilk çıktığı zaman duygulanmıştım, hayatın bana gençlik dediği zamanın zirvesinde olduğumu ve o günden sonra inişe geçeceğimin işaretiydi. Karşılaştığımız güne ne mutlu. Kelimelerini gördüğüm güne, sesini duyduğum, tebessümünü hissettiğim. "oldu" kelimesini kullandığın anlardaki sevincim... Bunlar hayatı sevmek için yeterli nedenler olsa gerek. Söz konusu kadın ise, "kadından çok ne var?" der insan. Ama biri olur ki, milyonları feda edersin, hepsinin mezarını kazarsın aniden. Ben böyle biri miyim diye sorarsan, bunu bizim kendi çabalarımızla bindiğimiz kayık belirler. Zaman olsun, hayrolsun, senli olsun. Daha ne olsun ki...
Servet SAYGINOĞLU - Vardır Bir Hayır
21 Mayıs 2013 Salı
Anladığın Kadarını Anla, Sus!
Arada
bir kevgir misali iletiler paylaşırım. Bu durum ise düşmesi gereken kişilerin
düşmesi içindir. Yani AK’KOYUNların…
Dün bir ileti paylaşmıştım. “Adı Ömer olup da fırlama olmayanına rastlamadım. Hazreti Ömer bile halifelikten önce fırlamanın önde gideniymiş.” diye… Adamın Müslüman olmadan önceki halini bilenler vardır elbet. Hatta kendi kızını bile diri diri toprağa gömmüştür. İslamiyeti kabul ettikten sonra sahiden halifeliği hak edecek mertebeye ulaşmış ve Hz. Ebubekir’den sonra halife olmuştur. O iletiyi yazdıktan sonra iki dakika paylaşıma bakmadım, aniden ne kadar bağnaz, yobaz varsa doluşmuş yorumlara… Anlamaktan uzak takoz kaynıyor ortalık…
Kimseye bir şeyler anlatma derdine düşmüyorum, yazıp bırakıyorum ortaya, herkes algılarının açık olduğu kadar anlasın. Kendimi sevdirme, benimsetme gibi bir kaygım yoktur, olmayacak da. Yazı yazmayı para bekleme kaygısı ile yazmıyorum. Şükür elim ayağım sağlam, çalışıyorum, sanatkârım. Yazma amacım hiçbir zaman ilgi toplama amacı olmadı. Şayet öyle olsaydı, bu kadar samimi ve aklı başında insanı bir arada göremezdim. (birkaç kişi)
Yazı yazmak benim için içimi dökmek anlamındadır, yaşam koşturmacası içerisindeki terimdir. Bunu da kağıda silerim. Kimseye kitaplarımı, yazılarımı okuması için ricada bulunmadım. Yedi yaşımda okula başladığımın ertesi günü, iş hayatına başladım. 11 yıl hem iş, hem de okul hayatım sürdü, sonrasında da iş hayatım devam etti ve halen devam ediyor. Okuyarak öğreniyor, yaşayarak pekiştiriyorum. Tek bacakla yürünmüyor, yaşadıkça okuduklarını pekiştirirsin, haricinde ise okuduğun, sadece kitapta kalır.
Yazı yazmaya kimse ile bir şeyimi paylaşamadığım, karşımdaki insanla paylaştığımda ise dinlemeyip kendi derdini anlatma gayretine düştüğü için başladım. Fark ettim ki, kâğıdın sesi çıkmıyor ve gayet iyi dinliyor beni.
İlk başlarda yazarak içimi döker, ardından yakardım yazdıklarımı. 2001’den, 2008’e kadar olan yazılarımın neredeyse tamamını yakmışımdır, fakat bahsettiğim yıl itibariyle yazdıklarıma baktığımda, herkesin okuyup bilmesi gereken şeyler olduğunu görmeye başladım. Ve birikti, hikayeler, denemeler, romanlar yazdım ve bu çeşmenin suyu da ben ölene kadar kesilecek gibi değil.
Kelimeler kadar mimikler de önemlidir. Yazı dilinde espri olarak yazdığın bir şeyi karşındaki insan küfür olarak bile algılayabilir. Durum böyle olduğu için, okuyan insan okuduğunu özellikle yanlış algılarını kapatarak okumalı. Yanlış anlasa bile “bence ben yanlış anladım” diyerek yeniden okuyup manayı yakalaması lazımdır. Anlatmak için yüzyüze görüşmeye kalksam, ömrüm yetmez o kadar insana…
Net olan bir şey var: İNSANLARI BİREYSEL OLARAK SEVMEM. TOPLUMSAL OLARAK SEVERİM. Kimse için, kimseden vazgeçmem, biri istedi diye sigaramı bile azaltmam. Bilirim ki beni, benim kadar düşünen olmaz.
Ukalalık: Sorulmadığı halde “bence” ile başlayarak içinde bulunduğumuz olay ve durumlarda akıl vermektir. -kendisine fazla gelmiş gibi-
Öyle bir derdim yok, sorulmadığı sürece fikrimi söylemem. Yüz yüze tanıyıp da benden rahatsız olduğunu söyleyene rastlamadım. Ama sanal ortamda, yukarıda bahsettiğim gibi, yanlış anladığını değil de, yanlış şeyler yazdığımı düşünenler oluyor. Açıkladığım gibi normal bir durum.
Geçenlerde biri, sormadığım halde akıl vermeye çalıştı ve aldı cevabını. “Aklın senin olsun, bırak da eğer bir girdap varsa, ben kendim yüzerek çıkayım. Aklını ihtiyacı olana ver.” dedim. Bu cevabı alır almaz tekrar yazdı: “Üç-beş kişi durumlarını beğenince kendini bir şey sanmaya başlamışsın. Anlaşılan götünü çok kaldırmışlar senin.”dedi. Yanıtım gecikmedi tabi, “götümü kimse kaldırmadı benim, zaten götü kalkık adamım ben. EGONUN KRALI BENDE.” dedim hazmedemedi, defolup gitti.
Sanal ortamda bir yazının altına iki satır yorum yazarak, yorum yaptığını düşünen zırtapoz ergen beyinliler var. Şimdi bir şey söyleyeyim; KİM OLURSAN OL, CİDDİYE ALDIĞIM KADARSIN. ÖTESİ YOK.
Burada her türlü insan var. Dindar, kindar, sağcı, solcu, sarı, beyaz, esmer, zenci... ve daha birçok çeşidi.
Etiyopya’dan bile insan var, yazıyı kopyalıyor ve kendi diline çevirerek okuyor. Anladığı kadarını anlıyor ve yoluna devam ediyor. Yani arkadaşım, sen burada yorum yazarak bana yorum yapmış olamazsın.
Ön yargısını gömlek cebinde taşıyarak gelenin de o yargılarını alır götüne sokarım.
Edebim daima yerindedir, fakat edepsizlik gerektiren konular vardır; kişiye ve kişinin bulunduğu konuma, duruma, olay ve düşüncelere göre davranırım.
Şimdi cancağızım; SEN, SEN OL VE HER ZAMAN ELİNDE MANEVİ BİR ÇATALIN OLSUN. Kepçe ile alırsan, yorum kusarsın. ÇATAL OLSUN ELİNDE VE KENDİ DAMAĞINA UYGUN OLAN ŞEYLERİ AL. Bu seni tatmin eder ve başkalarını düzeltme gereği duymazsın vesselam.
Servet SAYGINOĞLU
Dün bir ileti paylaşmıştım. “Adı Ömer olup da fırlama olmayanına rastlamadım. Hazreti Ömer bile halifelikten önce fırlamanın önde gideniymiş.” diye… Adamın Müslüman olmadan önceki halini bilenler vardır elbet. Hatta kendi kızını bile diri diri toprağa gömmüştür. İslamiyeti kabul ettikten sonra sahiden halifeliği hak edecek mertebeye ulaşmış ve Hz. Ebubekir’den sonra halife olmuştur. O iletiyi yazdıktan sonra iki dakika paylaşıma bakmadım, aniden ne kadar bağnaz, yobaz varsa doluşmuş yorumlara… Anlamaktan uzak takoz kaynıyor ortalık…
Kimseye bir şeyler anlatma derdine düşmüyorum, yazıp bırakıyorum ortaya, herkes algılarının açık olduğu kadar anlasın. Kendimi sevdirme, benimsetme gibi bir kaygım yoktur, olmayacak da. Yazı yazmayı para bekleme kaygısı ile yazmıyorum. Şükür elim ayağım sağlam, çalışıyorum, sanatkârım. Yazma amacım hiçbir zaman ilgi toplama amacı olmadı. Şayet öyle olsaydı, bu kadar samimi ve aklı başında insanı bir arada göremezdim. (birkaç kişi)
Yazı yazmak benim için içimi dökmek anlamındadır, yaşam koşturmacası içerisindeki terimdir. Bunu da kağıda silerim. Kimseye kitaplarımı, yazılarımı okuması için ricada bulunmadım. Yedi yaşımda okula başladığımın ertesi günü, iş hayatına başladım. 11 yıl hem iş, hem de okul hayatım sürdü, sonrasında da iş hayatım devam etti ve halen devam ediyor. Okuyarak öğreniyor, yaşayarak pekiştiriyorum. Tek bacakla yürünmüyor, yaşadıkça okuduklarını pekiştirirsin, haricinde ise okuduğun, sadece kitapta kalır.
Yazı yazmaya kimse ile bir şeyimi paylaşamadığım, karşımdaki insanla paylaştığımda ise dinlemeyip kendi derdini anlatma gayretine düştüğü için başladım. Fark ettim ki, kâğıdın sesi çıkmıyor ve gayet iyi dinliyor beni.
İlk başlarda yazarak içimi döker, ardından yakardım yazdıklarımı. 2001’den, 2008’e kadar olan yazılarımın neredeyse tamamını yakmışımdır, fakat bahsettiğim yıl itibariyle yazdıklarıma baktığımda, herkesin okuyup bilmesi gereken şeyler olduğunu görmeye başladım. Ve birikti, hikayeler, denemeler, romanlar yazdım ve bu çeşmenin suyu da ben ölene kadar kesilecek gibi değil.
Kelimeler kadar mimikler de önemlidir. Yazı dilinde espri olarak yazdığın bir şeyi karşındaki insan küfür olarak bile algılayabilir. Durum böyle olduğu için, okuyan insan okuduğunu özellikle yanlış algılarını kapatarak okumalı. Yanlış anlasa bile “bence ben yanlış anladım” diyerek yeniden okuyup manayı yakalaması lazımdır. Anlatmak için yüzyüze görüşmeye kalksam, ömrüm yetmez o kadar insana…
Net olan bir şey var: İNSANLARI BİREYSEL OLARAK SEVMEM. TOPLUMSAL OLARAK SEVERİM. Kimse için, kimseden vazgeçmem, biri istedi diye sigaramı bile azaltmam. Bilirim ki beni, benim kadar düşünen olmaz.
Ukalalık: Sorulmadığı halde “bence” ile başlayarak içinde bulunduğumuz olay ve durumlarda akıl vermektir. -kendisine fazla gelmiş gibi-
Öyle bir derdim yok, sorulmadığı sürece fikrimi söylemem. Yüz yüze tanıyıp da benden rahatsız olduğunu söyleyene rastlamadım. Ama sanal ortamda, yukarıda bahsettiğim gibi, yanlış anladığını değil de, yanlış şeyler yazdığımı düşünenler oluyor. Açıkladığım gibi normal bir durum.
Geçenlerde biri, sormadığım halde akıl vermeye çalıştı ve aldı cevabını. “Aklın senin olsun, bırak da eğer bir girdap varsa, ben kendim yüzerek çıkayım. Aklını ihtiyacı olana ver.” dedim. Bu cevabı alır almaz tekrar yazdı: “Üç-beş kişi durumlarını beğenince kendini bir şey sanmaya başlamışsın. Anlaşılan götünü çok kaldırmışlar senin.”dedi. Yanıtım gecikmedi tabi, “götümü kimse kaldırmadı benim, zaten götü kalkık adamım ben. EGONUN KRALI BENDE.” dedim hazmedemedi, defolup gitti.
Sanal ortamda bir yazının altına iki satır yorum yazarak, yorum yaptığını düşünen zırtapoz ergen beyinliler var. Şimdi bir şey söyleyeyim; KİM OLURSAN OL, CİDDİYE ALDIĞIM KADARSIN. ÖTESİ YOK.
Burada her türlü insan var. Dindar, kindar, sağcı, solcu, sarı, beyaz, esmer, zenci... ve daha birçok çeşidi.
Etiyopya’dan bile insan var, yazıyı kopyalıyor ve kendi diline çevirerek okuyor. Anladığı kadarını anlıyor ve yoluna devam ediyor. Yani arkadaşım, sen burada yorum yazarak bana yorum yapmış olamazsın.
Ön yargısını gömlek cebinde taşıyarak gelenin de o yargılarını alır götüne sokarım.
Edebim daima yerindedir, fakat edepsizlik gerektiren konular vardır; kişiye ve kişinin bulunduğu konuma, duruma, olay ve düşüncelere göre davranırım.
Şimdi cancağızım; SEN, SEN OL VE HER ZAMAN ELİNDE MANEVİ BİR ÇATALIN OLSUN. Kepçe ile alırsan, yorum kusarsın. ÇATAL OLSUN ELİNDE VE KENDİ DAMAĞINA UYGUN OLAN ŞEYLERİ AL. Bu seni tatmin eder ve başkalarını düzeltme gereği duymazsın vesselam.
Servet SAYGINOĞLU
20 Mayıs 2013 Pazartesi
Aşkın gelişi, yalnızlığın gidişi
- Hoş geldin aşkım.
- Pek hoş bulmadım. İçeride biri var sanki ?
- Evet, yalnızlık var.
- Ne yapıyor ? Onun olduğu yere ben gelmem.
- Merak etme, geleceğini söyledim ona, valizini hazırlıyor, gidecek.
- O gitsin, sonra gireyim ardından...
- Pek hoş bulmadım. İçeride biri var sanki ?
- Evet, yalnızlık var.
- Ne yapıyor ? Onun olduğu yere ben gelmem.
- Merak etme, geleceğini söyledim ona, valizini hazırlıyor, gidecek.
- O gitsin, sonra gireyim ardından...
...
- Uğurladın mı yalnızlığı ?
- Evet gitti. Fakat hüzünlü ve kindar gitti. 'Er ya da geç bana döneceksin' diyerek...
Servet SAYGINOĞLU
- Evet gitti. Fakat hüzünlü ve kindar gitti. 'Er ya da geç bana döneceksin' diyerek...
Servet SAYGINOĞLU
11 Mayıs 2013 Cumartesi
An/neler Günü
Bir yanda elleri çiçeklerle dolu anneler; öte yanda evlatlarını özlerken ağlayan, onlardan çiçeklerin gelmesi değil, sadece bir tebessüm görebilmek için canını verecek olan şehit anneleri, huzur evinde çocukları tarafından ziyaret edilmeyen kimsesiz anneler, diğer yandan ise bugünkü saldırıda evlatlarını kaybeden anneler... Kutlamak mı? Kutlu olsun, geçmiş olsun, yazıklar olsun.
Servet SAYGINOĞLU - An/neler Günü
Servet SAYGINOĞLU - An/neler Günü
4 Mayıs 2013 Cumartesi
Çarliston Biber Custin

Öte yandan…
Bu gençlere baktığımızda günü gelecek bizim çocuklarımızın başına öğretmen, avukat; bilemedin milletvekili filan olurlar… Böyle değmeyecek bir şeyi görme merakına düşen gençlerin düşünce yapılarının, hayata bakış açılarının nesine güveneceğiz? Bu delikanlı ile fotoğraf çekmek için ödenen para 2.750 lira. 160 kişi bu parayı ödeyerek fotoğraf çektirmiş. ‘Ömrün boyunca kaç tane fukaranın karnını doyurdun?’ diye sorsan “Allah versin” derler. Nedeni: açlık çekmemiş olmaları, hiçbir şey için mücadele etmemiş olmaları, her şeyi hazır bir şekilde masalarında görmeye, okula gitmek için bile özel araçlarla gitmeye alışmış olmaları… Onların aile büyüklerine gelince; onlarca, yüzlerce işçi çalıştırırlar, işçinin maaşı daima asgari ücretten yatar. Fazladan çalışana tek kuruş para verilmez. Sıkıntısı olduğunda kapı önüne bırakılır. Fakat söz konusu Justen olunca, kese ağzını açarlar. Neden peki? Sosyetede isimleri çıksın diye “Ben iki kızımı, bir de yeğenimi götürdüm” diyebilmek için.
Bil ahere… Ben derim kişilik bozukluğu, düşünce bozukluğu, zihniyetsizlik ve bunun yanı sıra eziklik. Sen ne dersen de artık. Ben diyeceğimi dedim.
Servet SAYGINOĞLU – Çarliston Biber Custin
1 Mayıs 2013 Çarşamba
1 Mayıs İşçi Bayramı (!)

Bir hükümet ki vatandaşının işçi bayramını kutlamasını engelliyor!!! Bugün kanları dökülen, feryat eden insanların sesleri çalınır mı emir verenlerin kulaklarına? Duyarlar mı dersin??? Nerede...
Servet SAYGINOĞLU – 1 Mayıs İşçi Bayramı (!)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)