28 Mart 2013 Perşembe

AŞK KIRMIZI

Filmden öte Osman Sınav ismi cezp etti. Film hakkında her ne kadar kötü yorumlar yapılmış olsa da kitap ve film adına asla kendim görmeden, okumadan karar vermem. Neler var bu filmde diye giyinip çıktım evden. Aldım bir tane bilet ve kuytuda bir yere geçtim. Sinema salonu çok da fazla kalabalık değildi. Sanırım aradan zaman geçtiği için olsa gerek…

Bilindik bir macera gibiydi, Yıldız Tilbe’nin satırlarını hatırlattı bana “iki kadın bir adam.. Aşk çekilir aradan” gibi. Kız çocuğunun annesinin dostu tarafından düzülmek istenmesi ve buna gencin engel olmak istemesi sayesinde birbirinden uzaklaşmaları… Birbirlerini yıllarca arayıp bulamamak ve gencin büyüyüp bir müdür olması, aynı zamanda sevgiliden ümidi kesmek. Bu esnada yeni bir insan tanıyıp onu deliler gibi sevme sonrasında evlilik… Aradan zaman geçer ve bir iş seyahatinde erkekler eğlenirken eski sevgili eskort olduğunu görmek ve onunla yatmak ve iş bitimi sonrasında memlekete dönmek. Bu sırada onu facebook’ta bulup yazışmak… Bunu adamın eşinin fark edip eskort kadınla arkadaş olması ve olaylara tamamen şahit olması. Bu durumda adamın kendi eşi ile eski sevgili arasında gelgitler yaşaması…  Hele film sonunda “eskort kadın, annesinin dostunu çağırıp ‘gel benim kaderimsin’ deyip yola çıkmaları sonucundaki bilerek trafik kazası ve her ikisinin ölümü.” Bu kısım ayrı bir felaketti.

Kaba hali bu, tabi arada eklenen bir sürü şey var, onlara da şişirme diyelim. Çok basit bakılmış olaylara… Osman Sınav’ın film adına bir çıtası var. Bu kadar basit bir senaryo olmamalıydı. Tabi zahmet var, emek var… Yine de kalemine, emeğine sağlık.

Servet SAYGINOĞLU – AŞK KIRMIZI

22 Mart 2013 Cuma

Yazarlık ve Sporculuk Üzerine


Sporcuların birçoğu yazarlara imrenir. "Oturduğunuz yerde yazı yazıp para kazanıyorsunuz, biz de hava soğuk sıcak demeden antrenmanlar yapıyor, sahada koşturuyor, bir sakatlık geçirdik mi, toparlanıp yeniden form yakalayana kadar başımız gelmedik şey kalmıyor" derler, buna gayet mantıklı gelecek cevabım var tabi...
Bir yazar, kolay kolay bir futbolcu kadar kazanamaz, bir ülkede futbolcu kadar kazanan yazar sayısı bir elin parmakları sayısını geçmez. Yazar'ın hayatına gelince; cümle kurmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Şimdilerde hazır dilekçeler olmasaydı hala iki kelimeyi bir araya getirenler (arzuhalciler) para kazanıyor olurdu. Normal olarak durumunu izah etmenin yanı sıra, yazar dediğin; yaşadığı, yaşamak istediği, hayal etti, kurguladığı şeyleri cümleye dönüştürüyor. Bununla da kalmıyor tabi…

Şu anda bir sporcu sahaya çıkar, oyununu oynar ve dakikası dolduğu zaman kulübesine geri döner. Örneğin bir gol kaçırmışsa, (bizim ülkede küfür yer tabi) bunun telafisini bir hafta sonraki maçta gol atarak yapabilir ve insanlar onu yeniden bağrına basar. Fakat yazarın içinde bulunduğu en hassas durum ağzından çıkan cümlelerdir. Yanlış bir cümle ya da karşıdakinin onayını almayacak bir cümle söylediği anda, onun gözündeki yazarlık hayatı biter.

Servet SAYGINOĞLU – Yazarlık ve Sporculuk Üzerine

20 Mart 2013 Çarşamba

Öğrendim

Gün gelir de ölür gidersem, memleketin durumu ve insanlığın hali öldürmüştür beni. Başka türlü dünya var olduğu sürece yaşayacak insanım. Yine sonbahar geliyor. Santim santim öldürüyor beni. Sabahları dükkanın önünü süpürüyorum. Süpürdüğüm her yaprak tanesi gözüme giriyor adeta. Ağzıma sıçıyor resmen. Yaşama sebebi; daha çekecek çilelerin olması gibi. Mevsimin güzelliğini görecek gözüm yok şimdilik. Teselli vereni düşmanım bilirim. Daha önce dediğim gibi: umurumda değilsiniz, umurunuzda olmadığımı biliyorum. Karışmasın kimse bana. Ben öğrendiklerimin hepsini yalnızlığımdan, mutsuzluğumdan öğrendim.

Servet SAYGINOĞLU - Öğrendim

7 Mart 2013 Perşembe

8 Mart 'DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ'

Ataerkil toplumlarda kadınlar daima ikinci planda olmuştur, bu düzenin yavaş da olsa anaerkile doğru yürüdüğünü yaşadıkça görüyoruz. Hâlâ gazetelerde sokak ortasında eşini bıçaklayan, boşandığı eşini taciz eden, içip içip kapısına dayanan zararcı insanların boy boy haberlerini okuyoruz. Söz konusu ceza vermekse, en ağır cezaların uygulanması gerektiği durumlardan biridir ‘kadına şiddet’ durumu.

İnsan ömrüne bakıldığı zaman, ortalama 60-70 yıllık rakamla karşılaşıyoruz. Bu yaşa gelen insanların sohbetlerine ne zaman şahit olsak “ah…” diye başlarlar söyleyeceklerine… Çünkü insanın yaşama doymasına binlerce yıl ömür yetmemiştir. Rivayette Nuh peygamberin 950 yıl yaşadığı söylenir ve ölüm zamanında sorulur kendisine, ömründen ne anladığını… Cevabı ise bizi hiç şaşırtmayacak bir cevaptır: “İki kapılı bir evin, bir kapısından girip, öteki kapısından çıkmak…”

Ömür bu kadar kısayken; kavgalar, savaşlar, küskünlük ve dargınlıkların anlamsız olduğunu ancak aklı başında insanlar görür. Kadınlar zayıf ama analar güçlü olmuşlardır. Bir kadın köpekten korkabilir ama bir annenin yanında çocuğu varsa, köpeğin üzerine bile yürür. Hepimiz bir annenin çocuklarıyız, içimizde her türlü insanın kimliği var, sofrası boş olanı düşünmek, kötü olana yardım etmek. Bir başkasının acısını kendi acımız bilmektir güzel olan… İnsan olan, eşini çocuğunu düşünür. Bir anneyi sevdiği gibi bütün anneleri sevmelidir, bir kadına saygı duyuyorsa, tüm kadınlara saygı duymalıdır.

İnsan düşünceli olacak, eşine tokat atmadan önce hasta yataklarına düşebileceğini ve eşinden başka kimsenin başucunda olmayacağını bilecek, ona göre değer verecek… Ev temizliğinin kolay olduğunu ancak temizlik yapmayan bir insan söyler. Sabahtan akşama kadar çalışıp, akşam da gecenin bir yarısına kadar kendi evinin çamaşırı, temizliği, sobası ve ütüsüyle ilgilenen kadınlar yeryüzünün en yüce ve en emektar insanlarıdır.

Kadınlarımız…
Baş tacımızdır bizim…
8 Mart ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nüzü en içten dileklerimle tebrik ediyorum.

Servet SAYGINOĞLU

5 Mart 2013 Salı

Bağrımızdaki Çoban

Kenan Işık’ın sunduğu “Kim milyoner Olmak İster” programı yine şaşırtmaya devam ediyor. Bu haftaki konuğu Karslı bir çobandı.

Yarışmanın başında birçok izleyici gülecek bir şeyler bulacağını düşünerek izlemeye başlamıştır.

Fakat sonuç, çoğu zaman olduğu gibi düşünüldüğü gibi çıkmıyor.

10. Soruya kadar geldi…

Gürler Yücel’dir kahramanın adı. Okumanın taşrada yaşamakla bağlantılı olmadığını açık bir şekilde gözler önüne serdi. “Dağdaki çobanla benim oyum eşit olmaz” diyen Aysun Kayacı ve “Urfa’da Oxford vardı da biz gitmedik.” diyerek cehaletini savunan İbrahim Tatlıses’e yeterince net cevap verdiğini görüyoruz.

Çoban deyip de geçen insanlara, geçmemeleri gerektiğini hatırlatmıştır umarım.

Eğitimin her yerde yapılacağını, kar kış demeden okula gidileceğini Gürler Yücel ve onun gibi ağabey ve ablalar duruşlarıyla bize hatırlatıyorlar…

Hürmetle nasırlı ellerinizden öperim.
Okuyan gözlerinize sağlık efendim.

Servet SAYGINOĞLU – BAĞRIMIZDAKİ ÇOBAN

1 Mart 2013 Cuma

Biz yol'cular


Sıradan olamadık mesela... Direk masadan olduk. Sıradanlar kendilerine geldikleri zaman kırklı yaşlara gelmiş olurlar ve baktıklarında aile kurmuş, kendi boyunca çocukları olmuş insanlar olduklarını görürler. Bizim gibiler ise erken yaşta kendilerini bulurlar fakat 'elim değmişken başkalarının da kendilerini bulmasına yardım edeyim' düşüncesiyle birçok insana faydalı olmaya karar veririz. Bencil değilizdir. Sağlamaya çalıştığımız faydaların etkilerini görmek sevindirir bizi, şevk verir. Ömür çoğu zaman yalnız biter bizler için fakat geride, bir soydan öte ölmez eserler bırakmış oluruz. Ve biliriz ki insanı yaşatan ektiği tohumlar değil, açtığı yollardır.

Servet SAYGINOĞLU - Biz yol'cular