22 Eylül 2012 Cumartesi

Aç Komşu


"Komşusu aç iken, kendisi tok yatan bizden değildir." demiş Efendimiz. Suriye'ye yapılan yardımlar nereden geliyor. Onun yüzde on'unu Van depreminde yapmadılar. Çadır dağıtma faciasını yemek dağıtırken insanların ezilmesini, çadırların ateşe verilmesini, faşistlerin "Beter olsunlar", "Takdir-i İlahi" dediklerini unutmadık. Dünya basınına reklam yapmak için düşülen eziklik, insanlık hali değildir.

 Bizim ülkemizde çatışma çıkıyor, Son Dakika haberi olarak Çin'liler görüyor ama bizim TRT'miz 23. haberde şehit olayına kısaca değinip geçiyor. Haliniz ne durumdadır diye bir soru soran olursa, her şeyi bildiğinden dolayı bize ağzıyla değil, münasip yerleriyle güler. "Hamdolsun, siz de iyisinizdir inşallah. Aman efendim mevsim değişikliği, kılık kıyafete dikkat buyurun." Çevir, kıvır çevir.

Servet SAYGINOĞLU – Aç Komşu

12 Eylül 2012 Çarşamba

Ebeveyn Nifakları

Yeni evlilerin olayı… Hani şu kaynanaların her türlü olaya muhabbete bir şekilde yönlendirici olmaları… Hazmedilebilir tarafı yok. Aile içerisinde ne kadar problem olmuşsa; ya damadın anası damadı dolduruyor, ya da gelinin anası gelini… Bir araya geldiklerinde de ne huzur kalıyor, ne de muhabbet. Aynı yatağa girdiklerinde bile birbirlerine daha evliliğin ilk günlerinden sırt dönmeye başlıyorlar.

Çünkü ikisi de “kendileri” değiller. Aslında o yatakta gelinin anası ile damadın anası birbirine sırt çevirmiştir. Bir arada yaşanılan yani gelin damat, kaynana ve kayın pederden oluşan bir aile ortamı kadar rezil bir durum yoktur. Bu durumda damat akşam eve geldiğinde annesi başlar gelinin neler yaptığını bir bir anlatmaya… Anneyi dinlemeyince de hayırsız evlat olmuş oluyor… Kızın annesi, kızını düşünerek sürekli akıl verir, damadın annesi de sürekli bir şeyler anlatır. İnsanın kaçası geliyor böyle durumlardan… Fakat evlilik denen kalenin içinden çıkınca insan yarım çıkar. Yani hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

Kaçmak çare olmuyor, bu bahsettiğim dolduruşçu anne karakterleri en ufak bir sözünden çıkılma durumunda “Sütümü helal etmem” şeklinde duygu sömürüsü yaparak çocuklarına dilediklerini yaptırır ve egolarını tatmin etmeye çalışırlar. Çünkü zamanında kendileri de diledikleri gibi yaşamak istemişlerdir ama anneler ve kaynanalar çıkmıştır karşılarına… “Ben buldum, kızım/oğlum bulmasın” düşüncesiyle hareket ettikçe üste çıkma muhabbetleri başlıyor ve ortalığı meydan muharebesine dönüştürüyorlar.

Nişan ile düğün arasında geçen zaman içerisinde birbiriyle tartışmayan, neredeyse saç baş yolacakmışcasına kavga girişiminde bulunmayan dünürler neredeyse hiç yoktur. Özelikle bu olaylar ev eşyaları alınırken gerçekleşiyor zaten. Gelin bir şey beğeniyor, damadın annesi kabul etmiyor. Damat ise “Anne sen karışma, bunları sen değil, benim karım kullanacak sonuçta.” deyince de damadın annesi “Oğlumu elimden aldılar, hemen de beynini yıkamışlar amaneyyy” diye ortalığı velveleye verir. Eskiden evlilikler ne güzelmiş. Tamam kadının yeri o kadar büyük değilmiş ama gelinin annesi eşya beğenmemezlik yapmazmış. “Ne de olsa onların evi, onların yuvası” diyerek sesini soluğunu çıkarmazmış. Böyle olunca da, damat annesi baskın oluyormuş. Ne bileyim… Valla berbat bir konu… Bunu yazarken bir kez daha soğudum bu evlenme muhabbetlerinden...


Servet SAYGINOĞLU – Ebeveyn Nifakları

1 Eylül 2012 Cumartesi

Daha Büyümedik


Umut vardı gözlerimizde, parıldıyordu… Karanlığın olması umurumuzda değildi, biraz korkuyorduk ama bizim aydınlığımız yetiyordu yollarımızı aydınlatmaya… Hem bir güç vardı tepemizde, umursamıyorduk. Sorumsuzluk, rahatlık, her isteğimizin ayağımıza kadar gelmesi, bir dediğimizin bir olarak yapılması, reddedilme esnasındaki iki damla gözyaşının isteğimizi kolayca yerine getirmesi, mutluluk, en en en mutluluk…

Büyümek, sigara içmek, sakallarımızın olması, dolmuş şoförlerine özenmemiz, kamyonlara hayranlıkla bakmamız, yakar top oynamamız, ırmakta boğulma korkusuyla yüzmemiz, su üzerinde taş yüzdürmemiz, ilk yemek yapma girişimimiz, ilk kavgamız, ilk hüsranımız…

Biz aslında büyümedik, bedenimizin büyümesine bakarak büyükler gibi davranmaya çalışıyoruz. Bedenimizin büyüdüğünü görenler, yüklerimizi ağırlaştırıyorlar. Bir de bakıyoruz ki kocaman adam olmuşuz, ama o çocukluğumuz daima yerinde duruyor. Bazen sarılıyoruz ona, onun istediği her şeyi yapıyoruz. Keyfini çıkarırcasına, kimselerin görmediği yerlerde, birlerine maskara olmak istemezcesine yaşarız bu çocukluğu… Sevindiririz çocukluğumuzu.

Biz büyümek istemedik, bedenimiz büyüdü, çocukluk olduğu gibi duruyor, onu da sevindirmeyi unutmayalım. Çoğu zaman kimselerin olmadığı yerlerde cebimizden çıkarıp özgür bırakır gibi bırakalım. Onun da sevinmeye ihtiyacı var. Ekmek gibi, su gibi, oyuncak gibi…

Servet SAYGINOĞLU – Daha Büyümedik