21 Mayıs 2012 Pazartesi

İstiyorsan Öğret Bana

Hor görme! Bu yaşamın en berbat yüzlerini gördüm ben, yüzlerce kez kavga ettim. Yüzlerce kez dayak yedim. Nice akşamlar mor göz ve patlak dudaklarla eve geldim. Binlerce insan tarafından kandırıldım, alay edildim, utandırıldım, insan yerine konmadım, zulüm gördüm, çile gördüm, kimsenin selam vermediği günleri gördüm. Banklarda uyudum. Yeri geldi bir gece onlarca para harcadım.

En iyi şunu öğrendim: “Şüphe etmeyi...” Gözlerine bakınca "Bu adam beni nasıl düzer?", "Benden nasıl faydalanır?", "Beni nasıl kandırır?", "Bana neler yapar?" diye düşünmeyi öğrendim. Tahammülsüzüm, sabırsızım, beklemekten nefret ederim. Hoş görüm neredeyse kalmadı, bağırırım, çağırırım, küfürbaz değilim ama öfkelendiğimde tek aspirinim küfürlerimdir.

Bana öyle bakma. Sevginin ne olduğu unuttum ben. Seninle yeniden öğreneyim, unuttum çünkü. Merhametim engellilere ve hayvanlaradır. Sağlıklıya merhametim olmaz. Düşen, halinden memnunsa tutmam ellerinden, yardıma ihtiyacı varsa uzatırım elimi. Düştüğü için pes ettiyse, bir tekme de ben vururum. Pes eden yaşarken ölmüştür, cesedi fazla dolaşmasın diye ezerim, neme lazım birileri ona özenmesinler diye. Evin yolunu bilmeyen ben, şimdi evden çıkmak istemiyorum. Dışarıda insanlar var, korktuğumdan değil, tahammül edemediğimden. Yanlışlıkla biri omuz çarpsa kafasını gözünü patlatmak istediğimden.

İstiyorsan öğret, bana sevmeyi yeniden öğret, bana iyi niyetle yaklaşmayı yeniden öğret. Çocuksu vurdumduymazlığı öğret, yüzümü gülmeye alıştır. Çünkü gülerken yüzüm kasılıyor, bi tuhaf oluyor. Gülmeyi unuttuğumdan… İstiyorsan benim öğretmenim ol, kendin öğrenirmiş gibi yap, bende senin yaptığını yaparım, öyle öğrenirim. Çok şeyi öğrendim insanlardan, onların anlattıklarını değil, yaşadıklarını yaşayarak ve seyrederek öğrendim.

Kitapları sevdim sonra, en iyi dostlarım oldular. Kitabım ol istersen, okudukça bitmeyen bir kitap. Bir kitaba yaklaşır gibi yaklaşayım, yanımdan hiç ayırmayayım, düşürmeyeyim ellerimden. Öyle olursan daha kolay alışırım sana, belki daha çabuk öğrenirim sevmeyi…

Servet Saygınoğlu – İstiyorsan Öğret Bana

18 Mayıs 2012 Cuma

Küçük Şeyler

Müzik dinleyen insanın duyguları vardır mutlaka. Müzik duygulara hitap eder, müziği sevmeyen insanın duygular namına hiçbir şeyi kalmamıştır. Müzik dinleyince mutlaka bir yerlere gideriz, anda kalmamıza en çok engel olan durumlardan biridir, diye düşünüyorum. Çünkü müziği dinleyen insan içinde bulunduğu an üzerine düşünüp duygulanmaz, geçmişe doğru gider ve orada mutlaka karıştırdığı bir şeyler vardır, onlara yeniden dokunur, adeta gözü açık uyur. Müzik biter ve hayat yeniden devam eder. “Olduğumuz yerde değil, düşündüğümüz yerdeyiz.” Bundan yana sıkıntı yok, içinde bulunulan hücreyi bir gül bahçesine benzetmek de, gül bahçesini hücre olarak görmekte zaten düşüncemizde değişiyor. İnsan kendini keşfetmemek için çok uğraşıyor, kazık yemeden bir şey öğrenemiyor, dinlenen şey unutuluyor, yazılan biraz akılda kalıyor, yaşanan unutulmuyor. Deyim yerindeyse “haşırt” diye.

Ruhunun olduğunu fark eden, birçok şeyin üstesinden geleceğini de bilir. Geçmiş, geçmiştir. Yarınını, ya da bugününü en iyi şekilde değerlendirmek varken, düne üzülmek nasıl bir düşüncedir? İlk bakışta saçma geliyor ama bunu bir şekilde yapıyoruz. Hiç mi bir şeyler iyiye gitmez? Hep mi kötü! Hep… Hep…

Dikkat ederseniz burada bir sorun var. Ne olduğunu söyleyeyim; bu söylediğim bütün sorunları sadece sağlıklı olanlar yaşarlar. Vücudunun bütün azaları yerinde olanlar yapar. Bir kolu olmayan insan, iki kolu olan insandan daha mutludur. Çünkü kolun kıymetini biliyor, “Ya bu kolum da olmasaydı, ne yapardım?” diye düşünerek var olan için seviniyor. Ama iki kolu olan, bunların yokluğunu düşünerek ne üzülüyor, ne de ders alıyor. Bunların hepsi nereden geliyor? Rahatlıktan…

Saat gecenin 02:00 si olunca hala uyuyamayan insanın ne gibi problemi olabilir? Söyleyeyim: “Ya gündüz uyumuştur ya da o kadar boş ve tembel bir insandır ki o saate kadar hiç yorulmamıştır.” Uyku dediğin; yorulmayana kadar tatlılığını hissettirmez. Oturmak yorulana iyi gelir, yorulmayana batar. Küçük şeylerden bahsediyoruz ama bu küçük şeylerin birikiminden ortaya çıkan o devasa görüntü düşüncelerimizin altını üstüne getiren şeyler. Tek bir tane olsa büyük sorun olurdu. Bir sürü var ama küçükler… Yani bunları birerli olarak fazla yorulmadan çözebiliriz. Kolay gelsin.

Servet Saygınoğlu – Küçük Şeyler

8 Mayıs 2012 Salı

Bir Kafes, Kuş Aramaya Çıkmış


Servet Saygınoğlu'nun “Bir Kafes, Kuş Aramaya Çıkmış” adlı kitabı ÇIKTI.

Mephisto, Dost, Alkım gibi büyük kitabevlerinden ve tüm D&R mağazalarından temini mümkün.



Servet Saygınoğlu, 41 denemesiyle insan hayatını çarpıcı bir şekilde dile getirmiş. Özellikle de bize basit görünen ama söylemeye ve yazmaya cesaret edemediklerimizi yalın bir dille okurlarına sunmuş.

Kafka'nın aforizmasıyla yola çıkan yazarımız, hayattaki anlam arayışını sorgularken, sizleri de iyi bir serüvene çıkartıyor.

Arka KapakDenemeden öte denenmiş, kanıtlanmışçasına yazmış Servet. İçinde yaşanmışlıklarla yaşanacaklar birbiriyle iç içe geçmiş bir hâlde okuyucuyu sürüklerken aynı zamanda da düşünmeye zorluyor. Genç yaşına rağmen hayatına dair not ettikleri, hayata ait satırları oluşturuyor.
Eskiyle yeniler, tavsiye ve fikirlerle “Beni bana ver.” diyor ve “Beni bende bulmayı dene.” dedirtiyor. Biraz oyun, biraz da iş ile birlikte “Hayat kısa, ömür almış başını gidiyor.” deyip okuyanı durduruyor. “Bir alanda en iyi olmak gerekir. En iyi olabilmek için azimle ilerlenmeli ki başarıya varılabilsin…” satırlarıyla Servet ilk adımı atmışa benziyor. Okuyucunun biraz kendisinden biraz da olan bitenden bir şeyler bulacağı bir kitap olmuş. Yolu açık olsun… Aradığını bulsun. Eddi Anter

İnternet üzerinden temin etmek için;
İdefix: http://bit.ly/KJMKVb
Kitapyurdu: http://bit.ly/IP1gic

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Saat Gibi


Zaman ilerliyor durmadan, ne kadar dürüst değil mi? Saati çok seviyorum ve ondan örnek almaya çalışıyorum. En ufak bir yorgunluğumda mutlaka aklıma saat gelir ve daima kolumda taşıdığım saatim vardır. Evden dışarı çıktığımda şayet kolumda saat yoksa eğer, kendimi çıplak hisseder gibi olurum. Saati dinlemek, dinlerken insanın aklına çok şey geliyor. Ve ben şu anda bir sağımda, bir solumda iki tane saat ve kol saatim olmak üzere üç tane saatin sesini dinleyerek yazıyorum bu yazıyı, onlar durmuyorlar, bende durmuyorum. Ümitsizlik olayı geliyor aklıma. O bitince zaten biz de bitmişizdir. Çünkü insanın hayatta görmek istediği, yaşamak, dokunmak ve tatmak istediği bir şey kalmaz.

Çok fazla şey de istememek gerek, azar azar, birer birer yürümeli yollarda, aynı anda birkaç yoldan ne bir başkası yürüyebilmiş, ne de ben yürüyebilirim. Bir yol beni aynı anda birçok şeyle karşılaştırır, fakat sırayla ulaşırım onlara… Onuncu adımda biriyle, yirminci adımda ikinciyle olmak üzere devam eder. Aynı anda hepsine ulaşınca hayattan beklenti kalmaz olur, fazla beklenti de iyi değil, robot olmak da… Doğru olan robot gibi pilin bitene kadar kendini ayakta tutmaktır. Bu yüzden saati örnek veriyorum. En yorgun olduğum zamanlarda yatağıma uzandığımda, hayattan, her şeyden bıktığım, kendimden bile kaçmak istediğim zamanlarda mutlaka sessizce düşünürüm. “Nasıl kaçacağım?”, “Nasıl intihar ederim?”, “En kolay nasıl ölebilirim?”, “Bu sorunların içerisinden nasıl çıkabilirim?”, “Şunu nasıl başarabilirim?” gibi milyonlarca soru aklımda dönerken bir an duraksarım ve saatin sesi gelir kulağıma. Saat hiçbir dinlenme yaşamadan yoluna devam eder, ömrü olduğunca çalışır ritmini bozmadan.

Makineleşmek bu anlamda çok doğrudur. “Pes etmek” mi? “O da neyin nesidir?” diye sormak isterim. Çünkü pes ettiğim zaman biliyorum ki biterim. Tarladaki ot bile topraktan kopmamak için rüzgâra elinden geldiğince karşı çıkıyor. Neyin pes etmesidir? Yeri geldiği zaman bir ot kadar olamayız biliyor musunuz? Ot kadar… Bizden o kadar fazla kıymetlidir ki, en azından topraktan aldığı yağmur suyu ile büyür ve nefes alış verişiyle bize oksijen sağlar. Birçoğumuz ot bile olamayız. Hayatı akışına bırakmak kolay değil, bırakmak alır bizi bizden.

‎"Hayatı akışına bıraktım" diyen kişinin, deveyi bağlamadan Allah'a emanet edenden farkı olmaz. Bir kez bıraktı mı, bir daha tutamaz."
(S.Saygınoğlu – 64. Aforizma)


Neyi bıraktığımızı bilemez oluyoruz, bunu bırakmanın bize nelere patlayacağını bir düşünürsek ortaya çok şey çıkarırız. Sorunun büyüğü şu: Düşünmüyoruz. Düşünmemek için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz, bunun çoğunluğu erkeklerde olur. Bayanlar uyumak için yatağında yaklaşık saat kadar kıvranırken erkek on beş dakika kıvranıyor. Erkek az düşünerek bayandan daha çok yol kat edebilir. Bu bir gerçektir, çünkü duygu ve düşünceleri birbirine karıştırmadığı için her alanda fazlasıyla kararlılığı vardır. Bayan adına öyle değil, duyguları karışınca bazı durumların içerisinde çıkması biraz fazla zaman alıyor ama hakkıyla başarıyor.
Kişi hayatına yön verdirmediği sürece çok hatalar yapar, fakat bu hataların faydasını her an arttırarak devam eder. Nasihat kadar boş bir şey yoktur sonuçta. Musibetten yanayım, başına gelsin ve pekâlâ dersini almış olur insan. Büyüklerin sohbetini ve anılarını dinlemek güzel ama nasihat sevilmez. Her insanın; birilerini kendi istediği şekilce yontmak istediği olur ya da akıl vermek istediği…

“Önümüzde boş bir kâğıt varken, şayet elimizde de kalem varsa mutlaka bir şeyler karalamak isteriz. Kimi kalp çizer, kimi 62 den tavşan yapar, kimi imza denemeleri yapar, ben gibileri de kâğıdı bölümlere ayırır notlar karalar. Konu şuraya geliyor; kimsenin karşısında boş kâğıtmış gibi görünmeyin. Size bir şeyler öğretme telaşına girer ve misyon yüklemeye çalışırlar. Öylesine dağınık bir kâğıt şeklinde görünün ki, sizden bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar.”
(S.Saygınoğlu – 97.Aforizma)

Taviz vermemek lazım bu konuda, varsın insan başına geldikçe öğrensin bir şeyleri, varsın yapabildiği kadar hata yapsın. Hata olduğunu bile bile yapsın. En azından hataya giden yolu öğrenmiş olur. Hayatımızdaki rolü etrafımızdaki insanlar mutlaka belirleme teşebbüsünde bulunurlar. İstediklerini düşünsünler, sadece dinlemeli onları, geriye kalan dediğimiz; yapmamız gereken şeyleri yine biz belirleyelim.

“Hayatına yön verenlerin hissesi en fazla %49 olsun, fazlasını verme! Kalan %51 hisse de senin. Kendi hayatına yön vermek için son sözü söyleyen yine sen ol.” (S.Saygınoğlu – 115. Aforizma)

Bıraksınlar da bir insan olduğumuzu, bizim de bir aklımızın olduğunu, bizim de kendimize şekil vermek için sürünmemiz gerektiğini, laf ile değil icraat ile peynir gemisinin yürüdüğünü kendimiz gösterelim. Bu senaryoyu da biz yazalım, kendi senaryomuzu.

[ Servet Saygınoğlu – Saat Gibi ]