31 Ocak 2012 Salı

"Barış" Sokağı


Gitmese iyi olurdu, gitti ve kıymeti anlaşıldı. (!) Değerimizin bilinmesi için ölmek mi gerek. Birilerinin bizi sevdiğini anlaması için bizi yitirmesi mi lazım. Ne zaman bir şeylerin kıymeti yitirilmeden anlaşılır. Can acıtıldığı zaman mı? Sorular, sorular, sorular… Bunlar ardı arkası kesilmedi, kesilmez. Büyük bir çoğunluğu düşüncelerin azlığındandır. Bir şeyleri düşünmeden, idrakına danışmadığındandır aklın, zihniyetin geride kalışı. İsim vermek istemem diye başlarlar, lakin ben isim vererek başlamak istiyorum. Facebook’da “Maksat Gülmek” adlı bir komedi sayfası kanserli bir çocuğun fotoğrafını paylaşmış ve fotoğrafın adlına aynen şu yazı yazıyor; “Bu çocuk kanser facebook paylaşım başına 3 kuruş ödüyor. Lütfen paylaşırmısınız. : (“ Paylaşımın altına baktığınız zaman tam olarak 3.200 kişi bunu profilinde paylaşmış. Şimdi bu 3.200 tane insana soruyorum;

Facebook’un sahibi bugün Türkiye’yi (arsa bakımından) satın alacak kadar zenginliğe sahip. Eğer kanserli bir çocuğa yardım edecekse bunu senin paylaşma oranına göre mi yardım yapacak? Be beyinsizler, be düşüncesiz geri zekalılar, zihniyetleri 50 değil 100 yıl geride kalanlar… Siz bir saniye bile bunun sizin için bir oyun olduğunu, zaafınızdan faydalanıldığını, o fotoğrafı paylaşarak kendi sayfasının reklamı yaptırmış olduğunu nasıl olur da düşünemezsiniz. Facebook’un yardım kampanyası böyle kıytırık ergen sayfalarının yardımına mı kaldı? Şimdi sen, bunu okuyan arkadaşım; eğer oradaki 3200 kişiden biriysen, yeri kaz ve içine gir. Üzerini de kendin kapat. Çünkü senin gibileri var olduğu sürece iyi ya da kötü bir şekilde kendinizden küçüklere örnek olacaksınız. O nedenle defolun bu hayattan. “Düşün düşün çoktur işin.” Atasözünü bizim milletimiz farklı şekilde yorumlamış. Şöyle “Düşün düşün boktur işin.” diye. Yeni nesil atasözünü böyle öğrendiği için düşünmekten kaçıyor. “Amaaaan kim düşünecek onu.” deyişi ağızlarından eksik olmaz.

“Taş at”, diyen yok. “Kaya taşı” diyen yok. Madem poponun üzerinde oturmuş bekliyorsun, biraz düşün, muhasebe yap. “Nerede yanlış yapıyorum”, “Yaptığım her şey doğru mu?”, “Ben kimim?”,”Nerede olmam gerekiyor?”,”Nerdeyim” diye birkaç soru sor kendine. Cevap bulursun, zor değildir. Bunu dahi sormuyorsan sen neye yararsın? Dur ona da cevabı ben vereyim; “Kuru kalabalıksın.” Bugün günlerden 1 Şubat 2012 bugün sevgili “Barış Manço” ağabeyimizin ölümünün 13. yıl dönümü. Rahmetli Aziz Nesin; "Bir gün bu memleketin yanağına öpücük, başucuna da bir not bırakıp gideceğim; Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım.” diyerek gitti. Şimdi görünürde şu var; Uyanan olsa notu görmüş olurdu. En azından Aziz Nesin elinden geleni yaptı, üst üste koyunca kendi boyu kadar kitap yazdı. Kimse okumadı mı bunları? Hiç mi ders alıp da aydınlatan olmadı. Benim geçmediğim sokakta, sokak lambasının bana ne kârı var? Ben o sokaktan geçmesem, lamba benim yolumu aydınlatmasa başka türlü bir işe yaradığını nasıl anlayacak?

Aziz Nesin bizi öperek gitti, bir de not bıraktı. Barış ağabeyimiz gitti, adı kaldı. “Barış” sadece ad olarak kaldı, kardeş kavgalarımız bitmiyor. İki öz kardeş bile birbirimizin başarısını alkışlamak yerine “Ya rabbim onun kuyuya düştüğü günü bana göster” diye dua ediyor. Nedir alıp veremediğiniz? Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabı ve onlarcası bir aradayız. Bir saniye sonra yaşayacağına dair ihtimalin var mı? Neyi bölüşemiyorsun? Oturduğun sofraya işeyen mi oldu? Bu da yok. Ah çeker durur satırlarım, ben gibi. Bizim için, hepimiz için, tüm dünya için. Ah Barış ağabey, gidişin sadece isim olarak değil, ülkemize dünyaya “Barış” olarak kalsaydı keşke. Yazımın sonunu Barış ağabeye dair bir anektod ile kapatmak istiyorum;
***
"Barış Abi Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur. Karşısında ise küstah bir spiker! Sözde Barış Abi ile dalga geçmektedir. Sürekli, “işte Türk, yani barbar, vahşi…” demektedir. Barış Abi daha fazla dayanamaz ve spikere “yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “evet var ama n’olacak” der. Barış ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır. (Bu olaydan az önce Barış Abi canlı yayında “anahtar” adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir: 

“beş akif - bir saat kulesi, iki kule - bir fatih, beş fatih - bir mevlana, iki mevlana - bir sinan” Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir.)

Barış Abi spikere sorar: “Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?” 


Spiker: “general” 
Barış Abi diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, “general”, “amiral”, “komutan”…

Bu sefer de Barış Abi cebinden Türk paralarını çıkarır. 
Spikere derki: “Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Şairdir… Bu fotoğraftaki kişi Mevlana’dır. Düşünürdür… Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’dir. Adaletin sembolüdür… Bu paradaki kişi ise Atatürk’tür. “yurtta barış, dünyada barış” diyen kişidir… 

Bizim paralarımız bunlar… Biz türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına şairlerimizin, düşünürlerimizin”, bilim adamlarımızın fotoğraflarını bastık! Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş adamlarının fotoğraflarını basmışsınız! der… 

Barış Abi’nin bu cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri oradan kovarlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Abi’den ve Türk’lerden özür diler, programa böylece devam edilir."
***
Son sözümü söyleyip öyle gideyim, “Barış" ağabeyin sokağı aydınlıktır daima, evinize giderken karanlık sokaklarda "Kuyuya düşme korkusu" yaşadığınız gibi korkular yaşamazsınız."

Nur içinde uyu Barış ağabey.

Servet Saygınoğlu

Röportaj



Daha önce kaç tane kitap yazdınız?

Üç tane kitap yazmış bulunmaktayım. Henüz yayımlanmış bir kitabım yok. Şu andaki çalışmalarımıza göre kısa bir süre sonra ilk kitabım raflarda yerini alacak ve aynı zamanda dördüncü kitabın hazırlığını yapıyorum.

Hangi kitapları yazdınız ?

Bir Kafes, Kuş Aramaya Çıkmış (Denemeler)
Kendimden Başka Hiçbir Eksiğim Yok (Şiir)
S’Sa ~ Notlarım (Özdeyişler ve Notlar)
·     
Yazarlığa kaç yıl önce başladınız?

Yazarlığa üç yıl kadar önce başladım. Yazı yazmaya ve karalama türü şeylerin geçmişi lise birinci sınıfa kadar dayanıyor.
·     
Şu anda nerede yaşıyorsunuz?

Dokuz yıldır ailemden ayrı olarak İstanbul’da yalnız yaşıyorum.
·     
Yazma yeteneğinizi ilk kim keşfetti?

Yazı yazma yeteneğimi ilk olarak lise son sınıftayken karne almamıza yakın bir zamanda arkadaşlarla birer hatıra defteri aldık. Sevdiğimiz arkadaşlarımıza defterlerimizde birer sayfa ayırır onların yazmasını isterdik. Yaklaşık yirmi kişiye hatıra yazısı yazdım, bir o kadar da onlar benim defterime yazdılar. Yazdığım yazılar sonrasında arkadaşlar söylemişlerdi “Kanka senden iyi yazar olur”, “çok güzel yazmışsın” gibi şeyler söylerlerdi. Biraz onların keşfi, birazda kendimi fark etmiş olmam diyelim.

Hayal gücünüz çok geniş ve renkli olmalı. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Düşünebiliyor olup da hayal gücü olmayan insan yoktur. Boyutu kişiye göre değişir tabii. İki kişi aynı duvara bakınca, biri tuğla ve harç oranını düşünürken, ötekisi onun duvar renginde perde olduğunu ya da o duvara LSD televizyon monte edilebileceğini, veya boy aynası takmak için uygun bir yer olduğunu gibi şeyler düşünebilirler. Hayal gücümün yüksek olduğu adına kesin bir fikrim yok. Lakin aynı şey ben ve bir başkasına sorulduğunda yanımdaki kişiden daha fazla hayal kurabileceğim söylenebilir.

Kitap yazmaya ne zaman karar verdiniz?

Yazdıklarımı kitap maksadıyla hiç düşünmedim. Hayatın kısa olduğu bellidir. Yalnız yaşadığım için öldükten sonra bana ait şeylerin ortaya çıkmasının insanlara faydalı olabileceğini düşündüm ve bunun yanı sıra yazı yazmak bir nevi içimi dökmek ve tecrübelerimi yazarak onları bir kez daha öğrenmiş olmamdı. İki yıl kadar önce aniden aklıma yaşarken tecrübelerimden faydalanıldığını görmek geldi ve yazılarımı kitap haline getirerek yola çıktım.
·     
Ne tür kitaplar yazıyorsunuz?

Yaşamdan kesitler diyelim. Abartma sanatını elimden geldiğince az kullanarak okuyucunun “Bizim aileden biri” diyecek nitelikte okumaktan sıkılmayacağı kitaplar.
·     
Okula nerede gittiniz ?

Öğrenimlerimi Ağrı’da tamamladım.
·     
Bu mesleği mi okudunuz ? Okumasaydınız ne zaman yazar olmaya karar verdiniz ?

Bu mesleği okumadım. Yazarlık, bir meslek olarak görülmemeli diye düşünüyorum. Meslek olarak görülen her şeyin içerisinde maddiyat vardır. Böyle düşünen yazarlar var ülkemizde ve örneğin; ilk kitabında varoşlarda yaşananlara değinirken, ikinci kitabında sosyeteye değinmesiyle anlaşılıyor.
·     
İlham kaynağınız nedir ?

İlham kaynağım tamamen insandır. İnsanların yüzleri, yürüyüşleri, etrafa bakışları, ne şekilde giyindiği, düşünceleri, umutları, hüzünleri vs. kısacası insana dair her şey.

·     
Başka güzel şiirler yazacak mısınız?

Şiire “güzel” veya “kötü” şeklinde bakmam. “Yaşamışlık mı? Kelime oyunu mu?”  bunu kolaylıkla anlarım. Yaşamdan izlerin olması önemlidir, kafiyeler değil. Duygularım ve hissetiklerim hiç kafiyeli olmadı. Yaşadığım sürece yazacak şiirlerim ve yazılarım olacaktır.

·     
Kitapları yazarken neler düşünürsünüz?

Yazarken, yazdıklarımın kitap olması adına hiçbir şey aklıma gelmez. Yazılarımı kitap olsun niyetiyle yazmadım. Yazdıktan sonra kitap olup olmayacağına karar veririm. Konunun hiçbir önemi yoktur, yazmam gerektiğini anladığım zaman anlatmaya başlarım, hiçbir şey düşünmeden…·
     
Örnek aldığınız bir yazar/şair varmı?

Okurların, yazılarımı Jack London yazılarına benzettikleri oluyor. Ki henüz kitaplarını okuma şansım olmadı. Örnek alınacak yazarlar olarak Kafka, Bukowski, Dostoyevski, ve Can Dündar gibi birçok yazardan etkilendiğimi söyleyebilirim. Şair olarak ise örnek aldığım yok. Severek okuduklarım da ömre bedel şairlerdir; Can Yücel, Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Attilâ İlhan, Behçet Necatigil şu anda aklıma gelenler bunlar. Teşekkür ederim.


Tercihlerin Kimliğe Dönüşümü

Çıplak geldik dünyaya; Severim-Sevmem, hoşlanırım-nefret ederim, bayılırım-sinir olurum, hastasıyım-kıl olurum, yerim- yemem dediğimiz seçeneklerden hiçbiri doğuştan gelen özellikler değildir. Çocuklar belirli bir yaşa geldiği zaman “Babasına çekmiş~Annesine çekmiş” gibi kılıflar uydururlar. Öyle bir şey yoktur, taklitçilik vardır. Çocuk gördüklerini olduğu gibi sesli ve görüntülü olarak kaydeder ve uygulamaya geçer. Bahsi geçen seçeneklerin tamamını biz belirleriz. “Ben böyleyim”,”Ben yapamam” diyenler, kendi yollarına taş koyanlardır. Şayet daha önce herhangi bir insan bunu yaptıysa, akl-i dengesi yerinde olan her insan yapabilir. Hiçbir önyargımız olmadan geldik dünyaya, çıplaktık ve belirlediğimiz seçenekleri mağazadan kıyafet beğenir gibi beğenerek yakıştırdık üzerimize.

Tercihlerin Kimliğe Dönüşümü ~ Servet Saygınoğlu